MAKUL BİR ŞÜPHE İÇİNDEYİZ
Gülay Göktürk
18 Ekim 2014 Cumartesi 03:42
Polisin yetkilerini genişleten tasarının getiriliş nedeni Kobane olayları olarak sunuluyor.
Molotofun bomba sayılması ve cezasının yükseltilmesi caydırıcı bir önlem olarak desteklenmeli elbette. Gösterilerde maske takmanın, daha baştan suç işleme beyanı olarak kabul edilmesi de son derece makul...
Ama makul bazı önlemler, hiç de makul olmayan birtakım düzenlemeler için paravan olmamalı.
Mesela, şüphelilerin ev ve işyerlerinde arama yapabilmek için ‘somut delile dayalı kuvvetli şüphe’ yerine ‘makul şüphe’nin yeterli sayılması... Anayasal düzene karşı suçlarda ‘somut delile dayalı olma şartı aranmadan dinleme, teknik takip yanında ‘gizli soruşturmacı’ da görevlendirilmesi...
Yasalarda “makul şüphe” gibi sübjektif ifadelerin kullanılmasının nelere yol açtığını ve açabileceğini çok iyi bilen tecrübeli vatandaşlar olarak, bu ifade karşısında duyduğumuz endişe de son derece makul karşılanmalı! Ayrıca, bundan çok kısa bir süre önce sınırlanan teknik dinleme imkanlarının şimdi tekrar önünün açılmasını ve bu kez de iktidar tarafından kullanılmasını “Yeni Türkiye” fikriyle nasıl bağdaştırabiliriz?
Asıl soru ise şu: Böyle bir değişikliğe ihtiyaç var mı?
PKK’nın Güneydoğu’daki şiddet eylemleri polislerin yetkileri az olduğu için mi büyüdü? Polisler şu anda mevcut olan yetkilerini sonuna kadar kullanabildiler mi ki, yetkilerinin artırılmasını konuşuyoruz. Benim bildiğim kadarıyla şiddet içeren gösterileri önlemek için polisin elinde zaten silah kullanma dahil her türlü yetki var, kimi zaman orantısız biçimde, kimi zaman da yerinde kullanıyor. Molotof gibi, maske takmak gibi birkaç noktada zaaf varsa, onu da işi büyütmeden; adına da “Güvenlik Paketi” falan demeden tamamlarsınız, olur biter.
Şimdi böylesine gergin bir ortamda, zaten Gezi’den beri pompalanan “otoriterleşme” algısını güçlendirecek bir tasarıyla ortaya çıkmak hukuki açıdan olduğu kadar, siyaseten de çok yanlış.
Güneydoğu’da güçlü ve adil devlet
Aslında Güneydoğu’da devletin gücünü göstermesi gereken bir dönem yaşıyoruz. Ama bu gücü sokak eylemlerinin önlenmesiyle sınırlı görürsek yanılırız.
Defalarca yazdığım gibi, bugün Güneydoğu’da Çözüm Süreci’ni taşıyan ana unsur bölge halkıdır. Kandil’in şiddet kusan tutumunu, HDP’nin dalgalanmalarını –ya da sıkışmışlığına diyelim hadi – göz önüne aldığımızda, Çözüm Süreci’nin sağlıklı ilerleyebilmesinin en temel şartının bölge halkının iradesini serbestçe ortaya koyabileceği bir ortamın yaratılması olduğunu da görürüz. Bu süreci kurtaracaksa Güneydoğu’daki geniş kitlelerin PKK’dan korkmadan “siyasetle çözüm” çağrılarını yükseltmesi kurtaracak.
Bölge halkının PKK tehdidi altında bir yaşam sürmesi yeni bir olgu değil. Biz, bölgedeki kanaat önderlerinin ve STK’ların öteden beri ağır baskı altında olduklarını; bölgede siyaset yapan AK Partililerin bunu canları pahasına yaptıklarını; bölge esnafının PKK tehdidi altında kepenk kapatmak zorunda kaldığını; bölgedeki işadamlarından zorla alınan haraçları, PKK’ya karşı çıkan aydınların nasıl “yargısız infaz”a uğradığını; örgütün kurduğu sözde Halk Mahkemeleri’nde yargılanmak dahil çeşitli tehditler altında yaşadığını zaten biliyoruz.
Eğer şimdiye kadar, bölge halkı PKK’dan gelen bu baskıları engelleyebilen “güçlü bir devlet”i arkasında bulabilseydi, ona güvenebilse ve bu güven içinde korkmadan tavır alabilseydi durum çok farklı olabilirdi.
Ama öyle olamadı. Tam tersine Kürtler hep iki tarafa da güvenemeden, iki taraflı bir sıkışmışlık içinde yaşamak zorunda kaldılar. Uzun yıllar boyu “ağızlarında devletin, enselerinde PKK’nın namlusuyla” yaşamlarını sürdürmeye çalıştılar.
Şu anda ağızlarında devletin namlusu yok ama enselerindeki tehdidi hâlâ hissediyorlar.
Biliyoruz ki, bölge halkının büyük çoğunluğu şiddetin hortlamasını asla istemiyor. PKK’nın yaptıklarını da nefretle seyrediyor. Ama halkın bu tutumunun açık bir şekilde ortaya çıkabilmesi için devlet otoritesine ihtiyaç var. Bölge halkı üzerindeki PKK baskısı engellenmeden özgür irade beklemek hayal. Farklı kesimlerin özgürce davranabilmesi için kendilerini güvende hissetmeleri lazım. Bunu da ancak iyi işleyen ve adil davranabilen güçlü bir devlet yapabilir.
Esnafı kepenk kapamaya zorlayanları, okulları yakanları, Hüda-Par’lıları öldürenleri, muhalifleri tehdit edenleri, parti binalarını basanları, yol kesenleri, haraç toplayanları, çocuklarını dağa göndermesi için ailelere baskı yapanları yakalamak için “makul şüphe” maddesine ihtiyacınız yok. Bunları yapanların hepsi de “somut delile dayalı kuvvetli şüphe” bırakıyorlar arkalarında.
O delilleri takip edin, suçlulara, halka baskı yapanlara aman vermeyin; bölge halkının iradesinin serbest kalmasını sağlayın yeter.
Bence hükümetin yapması gereken budur; eskinin hortlayacağı şüphesi doğuran yasalar üzerinde çalışmak değil...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.