MAKSAT SİLİVRİ'Yİ BOŞALTMAK DEĞİLSE
Hilal Kaplan
01 Temmuz 2011 Cuma 10:19
Başbakan Erdoğan'ın "ustalık" diye tabir ettiği dönem, belli ki Kılıçdaroğlu'nun "acemilik" dönemi olacak.
Kılıçdaroğlu'nun, zorla içinde bulduğu bir durumda olduğu öylesine belli ki aynı gün içinde değil, aynı program içinde bile söyledikleri birbirini tutmuyor. Zaten nasıl tutsun? Kılıçdaroğlu seçime üç gün kala, Balbay ve Haberal'ın durumu sorulduğunda "Evet, çıkamayabilirler. Bunu daha önce Sabih Kanadoğlu da açıklamıştı. Sonuçta yargının takdirinde" demişti. Seçim sonrasıysa 'cengaver' kesilip, yargının Ak Parti'nin baskısı altında olduğunu söyleyip, arkadaşları olmadan meclise girmeyeceklerini açıklıyor. Bu durumda en büyük "yandaş" da Sabih Kanadoğlu oluyor herhalde! Meclis aritmetiğinin çoğunluğunu elinde bulunduran Ak Parti de "Kriz çıksa da eğlensek" diye düşündüğünden yargıya baskı yapıyor olmalı!
CHP'liler ısrarla BDP'nin izinden gitmediklerini iddia etseler de, bence CHP seçmeni nezdinde böyle bir imajın oluştuğu çok net. BDP'liler zaten uzun zamandır "meclise girerlerse" ana muhalefet partisi olacaklarını söylüyorlardı. Bence daha meclise girmeden, CHP'ye örnek olarak bunu becerdiler.
Yalnız BDP'nin durumuyla CHP'nin durumu arasında oldukça büyük bir fark var. BDP'nin meclise girmesi için uğraştıkları arkadaşları, uzun yıllardır partinin mücadelesi içinde olan ve bu yolda fazlasıyla bedel ödemiş kişiler. Örneğin ömrünün önemli bir kısmını hapiste geçiren Hatip Dicle'nin Diyarbakır'da en çok oy alan vekil olması bunun en bariz kanıtı. Yani BDP'nin tavrı arkasında, CHP'ye nispetle büyük bir halk desteği mevcut.
Ya CHP? Haberal bağımsız olarak Zonguldak'tan seçimlere girseydi ne kadar oy alırdı sizce? Ya Balbay? Sonu bağımsız aday olan diğer Ergenekon veya Balyoz sanıklarından farklı olur muydu? Yaşanan krizin sebebi, CHP seçmeninin çoğunluğunun umurunda mı?
Bir de meclisi boykot etmenin BDP seçmeniyle CHP seçmeni için anlamını düşünelim. Bir yanda tüm siyasi mücadelesi egemen güçlere kafa tutarak geçmiş bir parti ve onun seçmeni var. Diğer yanda, tüm siyasi geleneği iktidar değilse bile 'egemen kalmaya' ayarlı (367'yi, 27 Nisan'ı, vb. unutmadık!) bir parti ve onun seçmeni var. Şimdi bu 'egemen'lerin partisi çıkmış, en nihayetinde devlet yapısına mündemiç bir kurum olan meclisi protesto ediyor. "Orası devlete meydan okunacak yer mi?" diye kara kara düşünen pek çok CHP'li olduğuna eminim.
Latife bir yana, CHP içinde çok ciddi bir dolap döndüğü kesin. Balbay ve Haberal'ın tahliyelerini reddeden mahkeme gerekçeleri anayasanın 14.maddesiyle ilgiliyken, CHP ısrarla Ceza Muhakemesi Kanunu'nda değişiklik yaptırıp tutukluluk sürelerini azaltmak istiyor. Böylelikle Silivri boşalacak, bu türden bir karara hazır olmayan dava süreci akamete uğrayacak ve 'derin devlet'in yargılandığı davalarının hepsi akim kalacak. Ak Parti'nin bu oyuna gelmeyeceğine eminim. Aldıkları tepkilerden sonra, CHP'de Suheyl Batum'un değil, Sezgin Tanrıkulu gibi isimlerin insiyatifi ele alması gerektiğini düşünüyorum.
Peki çözüm ne olmalı?
Tutuklu vekillerin durumuyla alakalı çözüm anayasanın 83. maddesinde yapılacak kısmî bir değişiklik olabilir. Madde değiştikten sonra davaların görüldüğü mahkemelere tekrar itiraz edilir ve vekiller serbest bırakılır.
Hatip Dicle'nin durumuyla alakalı çözüm içinse Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesi gibi ifade özgürlüğünü kısıtlayan maddelerin kaldırılması gerekiyor. Ardından, Radikal'den Koray Çalışkan'ın önerdiği gibi, Diyarbekir gibi büyük bir ilde değil ama Şırnak gibi daha küçük bir ilde, mevcut vekillerin istifası sağlanarak gidilecek olan bir ara seçim sorunu ortadan kaldırır.
Yani, meclis ve özellikle de hükümeti kuracak olan Ak Parti arzu ederse, bu kilidi açar ve ekim ayında "tam kadro" iş başı yapar. Yeter ki maksat Silivri'yi boşaltmak değil; "yargı da millî iradedir" diye yazan demokrasi düşmanı vekillerin bile millî irade adına yolunu açmak olsun.
BDP Ankara'da toplanmalı
BDP'li beş milletvekilinin tutuklu olması, Hatip Dicle'ninse vekilliğinin iptal edilmesi millî iradenin tecelli etmesine engel olan iki durum. BDP de bu minvalde tepki gösteriyor. Ancak bu tepkiyi yanlış yerde gösteriyor. Diyarbekir'de grubu toplamak çözümü zorlaştırıyor. Ak Parti'liler "Mecliste grubu olan her partiyle görüşeceğiz" diye diyalog kapılarını açık tutacaklarını açıklamışken, BDP'nin "Ben küstüm, oynamıyorum" tavrıyla Diyarbekir'de kalmakta ısrar etmesi siyasî gerilimi daha da tırmandıran ve karşılıklı adımlar atılmasını zorlaştıran bir strateji. Cumhurbaşkanı Gül devreye girdikten ve Başbakan Erdoğan "Sorun, Türkiye'nin sorunudur. Çözüm kaçınılmazdır" dedikten sonra BDP'nin meclise gelerek grubunu kurması ve mücadelesini Ankara'da yapması gerektiğini düşünüyorum.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.