23 Kasım 2024
  • İstanbul19°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara11°C
  • İzmir19°C
  • Berlin2°C

MADIMAK'TE NE OLDU?*

Hilal Kaplan

03 Temmuz 2011 Pazar 11:22

Aziz Nesin'in, 26 Mayıs 1993'te, Hz. Peygamber ve eşlerine "kurgusal olarak küfreden" Şeytan Ayetleri romanının tercümesini Aydınlık dergisinde tefrikalar halinde yayınlamaya başlaması Türkiye kamuoyunda büyük infial yaratmıştı. Ancak nedense, Pir Sultan Abdal Şenlikleri gibi, bir "pir"in adıyla özdeşleşen bir etkinliğe dönemin Sivas Valisi tarafından davet edilmesi uygun görülmüştü.

Şenliklerin başlangıcı olan 2 Temmuz 1993, bir Cuma gününe denk geliyordu. Namaza gelen cemaate üzerinde "Müslüman kamuoyuna" yazan bir bildiri dağıtılmıştı. İmzasız olan bu bildiride "Gün, küfürlerin hesabının sorulma günüdür" yazıyordu. Namaz sonrası 1.000 kişilik bir kalabalık "Vali istifa" sloganlarıyla Hükümet Konağı'na doğru yürüyüşe geçti. Atılan slogan bir süre sonra yerini "Sivas, Aziz'e mezar olacak"a bırakmıştı. Vali İçişleri Bakanı'nı bilgilendirdiyse de gerekli önlem alınmadı. Kalabalık, şenliğin gerçekleştiği kültür merkezine yönlendirildi. İçerideki grupla göstericiler arasında taşlı sopalı kavga çıktı. Bir ara Emniyet Müdürü'nün polis telsizine yansıyan sorusu duyuldu: "Nerde kaldı bu askerî birlikler?"

Dönemin belediye başkanı kalabalığa yönelik "Dağılın" çağrısında bulundu. Çağrı karşılık bulmuş, kalabalık dağılmaya başlamıştı. Ancak ne olduysa "birileri" dağılmaya yüz tutan grupları yoldan çevirip Madımak'a doğru yönlendirdi. Madımak'ın çevresindeki 5.000 göstericiye karşılık sadece 500 kolluk gücü vardı. Slogan bu sefer de değişmişti: "Kahrolsun laiklik!".

Otel taşlanmaya başlandı. Aziz Nesin, bu sırada Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü'yle telefonda görüşüyordu. İçeridekiler "Bizi kurtarmaya gelecekler" umuduyla beklerken, kurtarmaya gelen kimse yoktu. Yerinden sökülen Pir Sultan Abdal heykeli iplerle meydana taşınıp parçalandı.

Vali, saat 19.00'da dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş'le telefonda konuştu. Güreş, "Bunlar kara yobazdır. Bunları hemen temizleyelim" dedi ve askerlerinin emrinde olduğunu söyledi. Vali, bunu kendisine değil, yanında bulunan Jandarma Tugay Komutanı'na söylemesini istedi. Telefonu alan tugay komutanı "Baş üstüne" diyerek telefonu kapattı. Sonradan Doğan Güreş'in tugay komutanına "Senden Aziz Nesin'i sağ istiyorum" dediği öğrenilecekti...

Askerî birlikler gelmişti. Fakat ne hikmetse Madımak civarı hariç her yere konuşlanmışlardı. Herhangi bir tehlike altında olmayan cadde ve dükkanları koruyorlardı. Bir birlik göstericilerin arasına girmeye çalıştı ama "beceremedi". Askeri birlik geri çekilir çekilmez, saat 19.50'yi gösterdiğinde, Madımak'ın önündeki arabalar ateşe verildi. Alevlerin oteli sarması uzun sürmedi. Kalabalıkta "Allah'ım bu senin ateşin", "Cehennem ateşi işte" diyenler vardı. Birden "Müslüman Türkiye" sloganı atılmaya başlandı. Madımak'ta kalan bir grup hava borusundan geçerek BBP ilçe teşkilatının binasına sığınmaya çalıştı. Önce kendilerine saldırmaya hazır bir grupla karşılaştılarsa da sonradan yine bir partili onları içeri alarak kurtulmalarını sağladı. Aziz Nesin ise, ölümle yüz yüze gelmesine rağmen "Öyle bir biçimde öleyim ki korkmuş, sinmiş bir adam olarak görünmeyeyim" diye endişe ediyordu.

Neyse ki bir itfaiye aracı otelin arka tarafından Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli'yi çıkarmayı başardı. Ancak çıkanın kim olduğunu anlayan itfaiye eri, yangın merdiveninden oturarak inecek kadar bitkin düşmüş olan Nesin'i aşağıya ulaştığında bileğinden tutup yere fırlattı. Aziz Nesin'i tanıyan bazılarıysa tekme ve tokatlarla saldırdı. Aziz Nesin'i linç etmeye çalışan güruhtan bir komiser kurtardı ve hastaneye ulaştırılmasını sağladı.

Otelin yanmasının ardından bir grup gösterici yine Hükümet Konağı'na yöneldi. Jandarma alay komutanı 18 erden oluşan bir ekip gönderip Vali'yi kurtardı. Havaya ateş açıp göstericileri yararak Hükümet Konağı'na ulaşan jandarma, ne hikmetse Madımak'ın önüne ulaşamamıştı. Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü'nün olaydan sonra söylediği gibi asker çağrılmasına rağmen olaya müdahale etmemişti.

Sivas Katliamı'nın ardından Vali, Belediye Başkanı ve Emniyet Müdürü görevinden alındı. Asker ise kendi içinde soruşturma yaptı ve kimseyi suçlu bulmadı...

Olayın ardından yargılanan sanıkların hiçbirisi olay günü içeri alınmamıştı. İsimleri önce Cumhuriyet gazetesi ve Aydınlık dergisinde geçen sanıklar; aynı gün ev ya da iş yerlerinden gözaltına alınmıştı. İçlerinde olay günü Sivas'ta olmayan bile vardı. Türkiye tarihinin en çelişkili davalarından biri görüldü. Sanıklar hakkında verilen idam cezası sonradan hapse çevrildi.

Sivas Katliamı, apaçık bir derin devlet operasyonuydu. Taşlar özenle yerleştirilmiş, fitil "şartlar olgunlaşınca" ateşlenmişti. Aziz Nesin, bu 'operasyon'a bilmeden alet olan bir "piyon"du. Sonuçta 35 can verildi...

Derin devlet, daha önce Maraş ve Çorum'da başardığını Sivas'ta da başarmıştı. Bu "başarı"yı mümkün kılan en önemli unsursa kolayca manipüle edilip yönlendirilebilen "hassas" kitlelerdi. Bu yüzden derin devlet operasyonlarına "insan kaynağı" olarak katkıda bulunan toplumsal psikolojiyi mahkûm etmediğimiz sürece geçmişle yüzleşmemiz mümkün olmayacak. Sivas katliamını bir tür "Sünni düşmanlığı"na payanda yapmak ne kadar yanlışsa; bu katliamı "organize işler bunlar" deyip geçiştirmek de o kadar eksiktir. Bana sorarsanız, bu iki tip refleks de derin devlet ve ona yakınlık besleyen çevrenlerin arzusu dahilindedir. Şerden hayr çıkmasına vesile olmak ise çok daha büyük sorumluluk gerektirir.

Bu yüzleşmeyi yapmayı sadece kaybedilen 35 cana değil; "Canlarınız, mallarınız ve namusunuz da mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur" diyen Hz. Peygamber'e de borçlu olduğumuza inanıyorum. Bu mel'un hadise sebebiyle zarar gören herkesin acısını içtenlikle paylaşıyorum.

*Yazıdaki bilgilerin bir kısmı Can Dündar'ın "O gün" belgeselinden alınmıştır.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.