‘LOZAN’A HAYIR DİYENLER’
Nuray Mert
11 Aralık 2015 Cuma 09:27
Türkiye’de sol, liberal kesim, Türkiye sağ siyasetini tanımaz, bilmez. Bu kesimin entelektüelleri, uzun zaman sağ siyaseti kavramaya ihtiyaçları olmadığını düşünegeldi. Sol-sağ çatışması döneminde, karşı taraf olarak “milliyetçi” kesimi faşistler olarak bir miktar “ilgiye mazhar” buldular. Sonra, bambaşka bir çerçevede, bu sefer olumluluk atfedilerek, “demokrasi dinamiği” olarak, İslamcılık merak konusu oldu, ama sağ-muhafazakâr milliyetçi düşünce ve bilhassa duygu dünyası bir bilinmez ada olarak kaldı. O nedenle, AK Parti’yi besleyen hafıza ve ideolojinin geldiği nokta ve bunun ifadesi olan siyasetler ve bu siyasetlerin, muhafazakârların kapsama alanındaki “başarısı” hâlâ hakkıyla anlaşılıyor değil.
AK Parti dünyasını anlamak için “İslamcılık” üzerine klişelerden ziyade, sağ siyasetlerin ortak düşünce ve duygu havuzunu bilmek, anlamak lazım. Bir kere, Türkiye İslamcılığı, İslamcılar arasında birkaç istisna dışında her döneminde “Türk milliyetçisi” oldu. Yeni Osmanlılık siyaseti, hattı zatında Türk milliyetçiliğinin bir biçiminden ibarettir. İslamcı siyaset ümmetten yola çıkmak durumunda olsa da Türkiye İslamcıları her zaman Türkleri “ümmetin bekçisi, lideri” olarak algılar. İkincisi, Türkiye İslamcılığının tarih yorumu, yine benzer bir noktadan hareketle Cumhuriyet devrimine sadece Batıcı ve seküler olduğu için değil, “cihanşümul imparatorluk” iddiasından geri adım atmış olduğu için karşı çıkar. “Lozan’a karşı çıkanlar” efsanesi bu çerçevede popüler sağ tarihçiliğin temel çıkış noktalarından birini oluşturur. Bu anlayışa göre, Cumhuriyetin kurucu kadrosu İngilizler ile işbirliği içinde, halifeliği ortadan kaldırmış, onun ötesinde Türkleri Anadolu’ya hapsetmeye razı olmuştur. Şimdilerde tekrar dolaşıma giren iddiaların ve girişilen işlerin gerisinde böylesi bir zihniyet dünyası vardır.
Zafer duygusu
Tam da bu nedenle mevcut iktidarın Ortadoğu politikasının ne denli, gerçeklerden uzak bir maceracılık olduğunun, bir kesim için zerre kadar ehemmiyeti yoktur. Bu düşünce ve duygu dünyasına hâkim olan duygu ve fikir, AK Parti’nin nihayet Cumhuriyet kadrolarının “teslimiyetçi” ve Batıcı dış politikasına “nihayet dur denildiği” intibaı ve iddiasıdır. İdeolojik söylemler için tutarlılık pek çok durumda önemli olmaz, tam tersine bu söylemler tutarsızlıkları kolayca izah eden formüllere sahiptir. Dün, Türkiye’ye karşı tuzak kurduğu iddia edilen ve “üst akıl” denilen Batı dünyası bugün haklılık referansı olabilir. Demek ki, “Batı bizim haklı olduğumuzu anladı”, “Batı’ya boyun eğdirdik” der çıkarsınız işin içinden. Önemli olan zafer duygusunu canlı tutmak, hayal kırıklığına karşı sonuna kadar direnmektir.
Türkiye’nin Musul civarında Başika kampına askeri yığınak yaparak, varlık gösterme ve/veya Suriye’de tamamen boşa çıkan siyaseti göz ardı etme çabasını bu çerçevede anlamaya çalışmakta fayda var. Açın iktidar yanlısı medyayı, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. “Lozan’a hayır diyenler” edebiyatı ile avunarak büyümüş nesiller, hâlâ o akılda, “Musul’u, (hatta) Kerkük ve Halep’i istila etmek gerektiğini” ileri süren mi ararsınız, “imparatorluklar geri dönüyor, biz de bizimkini geri istemeliyiz” diyen mi, hepsi var. Gerçekler ile yüzleşip üzülmekten, kendini sorgulamaktansa hayallere sığınmak her zaman daha kolay ve caziptir. Bu türden hayallerin peşinde koşmak, toplumları felakete sürüklermiş, tarihte bunun sayısız örneği varmış, kimin umurunda!
Çaktırmadan destek
Hadi bu siyasi gelenekten gelenler neyse, bu çevreye sonradan yamananların bu kafaya çaktırmadan destek çıkmasına ne demeli? Kemalist dış politika geçerliliğini yitirdi (ki doğru), ama bunu söylemek “100 yıl sonra Sykes-Picot’un çöktüğü bir dönemde dış politikanın güncel imkânlarını kullanarak yeni kombinezonlar denemeye engel teşkil etmemeli” incisi inanılır gibi değil. Bu da, “Lozan’a karşı çıkanlar” kafasının içinden Walter Benjamin geçen versiyonu. Dış politika gerçekleri, o zamandan bu yana gerçekten de çok değişti, ama Musul, Kerkük’te hak iddia edilebilecek istikamette değil. Bunu yazanın referanslarından biri, Benjamin, diğerleri Demirel ve bir orgeneral, daha fazlasını söylemeye hacet yok.
Konu, iktidar havzasında kalmak için laf cambazlığı değil, bununla kalsa bahse değmez, konu bir ülkeyi felakete sürüklemek. Birileri bunu içinden geldikleri dar görüşlü dünya ve Türkiye algısından kurtulamadığı için, daha bilmem neden sorumsuzca imparatorluk hayalleri peşinde koşmayı marifet saydığı, diğer bazıları kazanımlarını kollamak için “cinlik” yapma peşinde olduğu için yapıyor olabilir. Esas mesele, hepsinin, bu ülkeyi felakete sürüklemekte payı olduğu, bunun mesuliyetinin farkında olmadıkları veya umurlarında olmadığı!
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.