KUZU POSTUNDAKİ KURTLAR
Mesud Tek
26 Ekim 2012 Cuma 02:06
TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu Kürtçe eğitim talebini “şeytana uymak” olarak değerlendiriyor ve “çünkü bu memleketi böler” diye buyuruyor.
Görüşlerinin doğruluğunu ispat etmek için de ABD’de yaşandığını söylediği bir gelişmeyi anlatıyor: “Amerika bunu bir kez denedi, Bir eyaletinde denedi, İspanyolcanın yoğun olduğu bir yerde iki sene uyguladı baktı ki eyalet elden gidiyor hemen İngilizce eğitimine tekrar döndü.”
Ne kadar inandırıcı bir örnek değil mi?
Prof unvanlı Kuzu, İsviçre, İspanya, Belçika ve bazı diğer Avrupa ülkelerinde anadil eğitimi yapıldığını, bu ülkelerin bölünmediğini, aksine anadil eğitiminin söz konusu ülkelerin birliğinin temel taşlarından biri olduğunu bilmez mi?
Bilir elbette…
“Bu kadar cehalet ancak tahsil ile olur” diyeceğim, ama Burhan Kuzu cahil biri değil ve kendi söylemi ile üniversitelerde anayasa dersi veriyor.
Eğer sebep cehalet değilse, Burhan Kuzu’nun gerçekleri böylesine inkâr etmesinin, onları demokrasi karşıtı görüşlerine uygun hale getirmek amacıyla eğip bükmesinin nedeni ne ola ki?
Kuzu niçin partisinin yönetimindeki Türkiye’de insan hak ve özgürlüklerinin durumunu ortaya koyan, Roboski katliamı, işkenceci polis şefi S. Selim Ay’ın terfi ettirilmesi ve benzeri uygulamaları nedeniyle hükümete kırık not veren AB Raporunu “çöpe” atıyor?
Kanımca tüm bunların nedeni Burhan Kuzu’nun kuzu postuna bürünmüş bir kurt olması.
Kuzu postundaki kurt Burhan’ın rengi “boz” mudur?
Bilmiyorum.
Ama bu söyledikleri nedeniyle sadece onu suçlamanın da haksızlık olduğunu düşünüyorum.
Çünkü başkanı ve başbakanı da aynı düşünüyor; Burhan Kuzu Erdoğan’ın söylediklerini tekrarlıyor.
Bilindiği gibi, Başbakan Erdoğan son olarak partisinin grup toplantısında, "Ana dilde eğitim diye bir şey yoktur. Bu bir hak değildir” demişti.
Birçok uluslararası belgede yer alan anadilde eğitim hakkı için, “böyle bir hak yoktur” diye buyuran Erdoğan, Kürdler söz konusu olduğunda temel bir insan hakkını yok saymanın yanı sıra, neyin hak olup olmadığına karar verme yetkisini de kendinde buluyor.
Bugün “anadilde eğitim diye bir hak yok” diyen Erdoğan, yurtdışında, örneğin Almanya’da yaptığı konuşmalarda asimilasyonu insanlık suçu olarak niteliyor, Avrupa ülkelerinde yaşayan Türklere anadilde eğitim hakkının tanınmasını istiyordu.
Erdoğan, “Yaradılanı yaradandan ötürü severiz” sözünü sıkça kullanıyor.
Ama “yaradılan” Kürdler olunca sevginin yerini, onların haklarının inkârı, eski inançlarından nefret etmek alıyor.
Son dönemlerde dünyanın en eski dinlerinden biri olan İranî Zerdüştlük ve Kürdlerin en eski dinlerinden Êzidi inancını diline dolayan Erdoğan, bu inanç sistemlerine karşı düşmanlığını saklama gereği bile duymuyor.
PKK’yi Zerdüştlük ile suçlayan Erdoğan Kürdleri PKK ile aralarına mesafe koymaya çağırıyor.
Erdoğan, Bunların yanı sıra on binlerce Kızılbaş’ı kılıçtan geçiren Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’den, Alevilerin katlinin vacip olduğunu söyleyen Şeyhülislam Ebu Suud’dan bahsediyor.
Bazı batılı ülkelerde İslam inancına yönelik nefret suçlarının artmasına haklı tepki gösteren, İslamifobinin BM nezdinde nefret suçu olarak kabul edilmesi için çaba sarf eden Erdoğan, Türkiye’de İslam ve Türk olmayan kesimler söz konusu olunca nefret suçu işlemekten geri kalmıyor.
Êzidilik ve Zerdüştlük kitap sahibi ve milyonlarca kişinin inançla bağlandığı dinler. İran’da Zerdüştlük bir inanç sistemi olarak resmen kabul ediliyor.
Başbakan Erdoğan tüm bunları bilmez mi, bilmemesine imkân var mı?
Elbette biliyor, ama çıktığı Türk-İslam Sentezi tornası, bilmezden gelmesini gerektiriyor.
AK Parti Hükümeti, 12 Haziran seçimlerinden sonra demokratikleşme ve AB sürecinde frene bastı.
Eski devlet reflekslerine, Kürd sorunu konusunda hiçbir sonuç vermeyen, aksine sorunu daha fazla çıkmaza sokup içinden çıkılmaz hale getiren güvenlikçi politikalara yöneldi.
Başbakan Erdoğan’ın söylemleri ve dili de, bu değişikliğe paralel olarak biçimlendi. Başbakan ve başta İçişleri Bakanı olmak üzere bazı bakanlar, her fırsatta Türk ve İslam olmayan toplum kesimlerine karşı inkârcı, nefret kusan, düşmanlığı körükleyen söylemlerde bulunuyorlar.
Cemevlerinin ibadethane olduğunu reddediyorlar, Alevileri ibadet etmek için camilere çağırıyorlar.
Yani Alevilerin nerede ve nasıl ibadet edeceğini belirliyorlar…
Ki, bu anlayış, Kemalist devlet sisteminin temel taşlarından biridir.
Erdoğan, son Elazığ konuşmasında, “sınırsız demokrasi ve özgürlük yoktur” da dedi.
Elbette öyledir.
Ama sınırı kim ve nasıl belirleyecek?
Kuzu raporunu çöpe attığına, AB Bakanı Egemen Bağış’ın “kırık ayna” diye nitelediğine, hükümetin bir başka ağır topu Zafer Çağlayan’ın da “dünyanın en riyakar örgütü” olarak gördüğü ve son raporuna güldüğüne göre, demokrasinin sınırlarını belirleyecek olan AB ve kriterleri değil.
Türkiye’nin özellikle Kürd sorunu ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ile yakından ilgili maddelerine çekinceler koyarak imzaladığı uluslararası anlaşmalar da sınırın belirlemesinde rol oynamayacak.
Ve sınırı “Ankara Kriterleri”, Başbakan ve şürekası belirleyecek.
Ki, bu da AK Parti’nin bundan böyle demokratikleşme konusunda yapacaklarının çok sınırlı olacağını, bu işe zorlanması gerektiğini ortaya koyuyor.
Hükümeti demokratikleşme ve Kürd sorununun çözümü doğrultusunda adım atmaya zorlamanın yolu ise, silahlı mücadele veya ‘Devrimci Halk Savaşı Stratejisi” değil, legal, barışçıl, demokratik mücadele ve şiddete yönelmeyen sivil itaatsizlik eylemleridir.
Söz konusu mücadele biçimi ve eylemler, kuzu postuna bürünmüş kuzuların gerçek yüzlerini açığa çıkartacağı gibi, heveslerini de kursaklarında bırakacaktır.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.