‘KUZEY IRAK’TAN ‘KUZEY SURİYE’YE: BİR HAFIZASIZLIK YOLCULUĞU
Bayram Bozyel
25 Haziran 2015 Perşembe 07:49
Akçakale Sınır Kapısı’nın Suriye tarafındaki Girê Sipî’nin, (Arapça adıyla Tel Abyad’ın) Koalisyon hava güçlerinin desteği ile IŞİD’ten kurtarılarak YPG’nin eline geçmesi Türk basınında yeni bir tartışmayı alevlendirdi. Özellikle de hükümet yanlısı basın ve çevrelerde hafızayı yok sayan senaryo ve yorumlardan geçilmiyor. Son gelişme etrafında ortaya çıkan tepkilerin odak noktasında ise gizlenmeyen bir Kürt fobisi sırıtıyor.
Normal koşullarda Girê Sipî’nin IŞİD ‘ten kurtarılmasının büyük bir coşku ile karşılanması beklenirdi. İki nedenle; birincisi her şeyden önce Girê Sipî bir Kürt beldesi, Kürdistan’ın bir parçası ve bu bölgenin Kürt güçlerinin eline geçmesi bir hakkın yerini bulması anlamında olumlu. İkincisi ve işin bir o kadar önemli diğer boyutu ise buranın IŞİD denen barbar bir örgütün elinden kurtarılması. O IŞİD ki iki yıldan bu yana Irak ve Suriye coğrafyasını hoyratça bir şiddet dalgası ile kasıp kavuruyor, her türlü insani, ahlaki ve dini değeri paçavra misali buruşturup ayaklarıyla eziyor, halkın malını yağma ediyor, namusunu pazarda satmak gibi iğrenç suçlar işliyor ve her geçen gün bir virüs gibi insanlığın geleceğini tehdit ediyor. IŞİD sadece Kürtleri, Êzidileri, Süryanileri, Arapları ve ötekileri değil aynı zamanda Türkiye’yi de her fırsatta hedef olarak ilan etmekten geri durmuyor. Böyle bir barbar örgütün her kim tarafından olursa olsun geriletilmesi, zayıflatılması, dış dünyadan izole edilmesi ve yaşamsal kanallarının kesilmesi memnuniyetle karşılanması gerekirdi.
Ama Türkiye’de böyle olmuyor, tersine herkesi sevindirecek bir gelişme Türkiye’de tarifi imkânsız bir huzursuzluk ve korkuyu depreştiriyor.
Türkiye’nin son birkaç yıldır Suriye Kürt hareketine karşı izlediği hasmane tutum, bana onun yıllar boyu Irak’ta Kürt hareketine karşı izlediği politikayı hatırlatıyor.
Türkiye, cumhuriyetin kuruluşunda Kürtleri ötekileştirip düşman ilan edince, bu politikanın doğal sonucu olarak sınırlarının ötesindeki Kürtleri de düşman kavramı kapsamına aldı. Kürdistan’ı aralarında paylaşan devletlerle Kürt karşıtlığı temelinde ittifaklara girişti. 1960’lardan sonra yeniden canlanıp gelişen Irak’taki Kürt hareketine karşı düşmanca bir tutum izledi. 1991 yılında Kürt halkının de facto bir statü elde etmesinden sonra da Türkiye’nin karşıtlık politikası değişmedi. Kürt hareketini ve onun liderlerini her keresinde aşağıladı. Türkmenler üzerinden Kürdistan Bölgesi’ni istikrarsızlaştırmak için çevirmedik dolap bırakmadı. Başvurduğu ekonomik ambargoyla Kürt yönetimine boyun eğdirmeye çalıştı. 1990’lı yıllarda PKK’ye karşı gerçekleştirilen onca sınır ötesi operasyonların gerçek amacı da Güney Kürdistan’daki özgürleşme sürecini frenlemekti. Türkiye, yıllarını bir gün Saddam güçlerinin gelip Kürt halkının kazanımlarını tanklarıyla biçeceği beklentisiyle geçirdi.
Ancak İkinci Körfez Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin bu beklentisi suya düştü. Saddam rejimimi yıkıldı. Yeni anayasa yapıldı ve Kürdistan Bölgesi yeni anayasada federe bir bölge statüsüne kavuştu.
Rahmeti Özal’ın ‘’bükemediğin eli öpeceksin’’ düsturuna uygun olarak, Türkiye, Irak’ta işler dönüşü olmayan bir kerteye vardıktan sonra koşullara hızla adapte oldu. Güney Kürdistan ile ekonomik, diplomatik ve siyasi ilişkilerini maksimum bir dereceye yükseltti. Kürdistan Federe Bölgesi, kısa denilecek bir zaman içinde Türkiye’nin en önemli stratejik partneri haline geldi. Kürdistan, Türkiye’nin ekonomik ihtiyaçları için bakir bir pazara, sınırsız enerji kaynaklarıyla bulunmaz bir fırsata dönüştü.
Başka bir deyişle Türkiye, Irak’ta Kürt hareketine karşı düşmanlıktan vazgeçti, aklın (siz stratejik çıkar olarak okuyun) yolunu seçerek tanımayı, karşılıklı diyalog ve çıkara dayalı bir ilişki biçimi geliştirdi. Bu durum hiç kuşkusuz hem Türkiye hem de Kürtlerin yararına oldu.
Ancak son birkaç yılda Suriye’deki Kürt hareketine karşı izlenen politika Türkiye’nin geçmişten hiçbir ders almadığını gösteriyor. Gelinen aşamada başta cumhurbaşkanı (öncesinde başbakan) Erdoğan olmak üzere ulusalcı ve iktidar çevrelerde sıkça ‘‘Kuzey Suriye’de de Kuzey Irak’taki benzeri bir Kürt oluşumu’’nun kurulacağından söz ediliyor. Bu argüman üzerinden yersiz bir korku ve giderek Kürt karşıtlığı geliştiriliyor.
‘‘Kuzey Suriye’de de Kuzey Irak’taki benzeri bir Kürt oluşumu’’ kuruluyor biçiminde bir söylem, Türkiye’nin Kürt sorunundaki kafa karışıklığı ve çelişkilerini ortaya koymak bakımından oldukça çarpıcı.
Geçmiş bir yana ama Türkiye’nin gelinen aşamada Kürdistan’dan rahatsız olduğunu gösteren her hangi bir veri yok. Tersine, Türkiye Kürdistan Federe bölgesi ile ilişkilerini stratejik bir seviyeye taşımış durumda. Bu durumda ‘’Kuzey Irak’ı’’ referans alarak Suriye’de Kürt hareketine karşı tavır almak neyin nesi? Bu ne biçim bir çelişki, bu nasıl bir hafızasızlık… ‘‘Stratejik derinlik’’li bir akılla Türkiye’yi yönettiğini iddia eden kadroların içlerine düştükleri tam bir ibretlik
Türkiye’nin Suriye Kürt hareketine karşı fobisinin bir nedeninin de YPG gibi PKK’ye paralel bir hareketin burada ağırlıkta olmasından kaynaklandığı söylenebilir. Ancak unutulmasın ki Türkiye bugün PKK’ye nasıl bakıyorsa 30 yıl önce Irak’taki Kürt yapılarına da aynen böyle bakıyordu. İnsan düşünemeden edemiyor, acaba Türkiye’nin Suriye Kürt hareketine yaklaşımını değiştirmesi için de 30 yıl mı geçmesi gerekiyor?
Suriye Kürtlerine karşı izlenen karşıtlık politikanın esas olarak içerde bir Kürt meselesinin olmasından kaynaklandığına şüphe yok. Eğer Türkiye’nin bir Kürt sorunu olmasaydı ya da bu sorun bir şekilde çözülmüş olsaydı, bugün Suriye’de ya da başka yerlerde yaşananlar yaşanmazdı. Ama bunun tersi de geçerli, tavuk yumurta meselesi misali… Türkiye geçmişte kendi içindeki sorunundan dolayı Irak’ta Kürt hareketine karşı yıllar boyu tavır aldı. Sonra yukarıda belirtilen gelişmeler nedeniyle Türkiye Kürdistan ile ilişkilerini geliştirince bunun içeriye de yansıması olumlu oldu. Sözgelimi son yıllarda Türkiye’de gündeme getirilen Açılım ve Çözüm Süreci ve benzeri gelişmelerde Kürdistan ile kurulan olumlu ilişkilerin payı büyük. Başka bir ifade ile Türkiye’nin Irak Kürtleriyle ilişkilerini normalleştirmesi, kendi Kürtleriyle ilişkilerini normalleştirmesine de katkıda bulundu.
Şimdi benzer bir fırsat Batı Kürdistan ile ilişkiler bakımından da söz konusu. Suriye Kürt hareketiyle kurulacak dostane ve yapıcı bir diyalog Türkiye’nin kendi Kürt sorununun çözümü bakımından da bir sayfa aralayabilir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.