KURTULUŞ SAVAŞI MASALI VE KAHRAMANI
Serdar Kaya
17 Haziran 2012 Pazar 09:15
2006 yılının ekim ayında, Flags of our Fathers [Atalarımızın Bayrakları] adlı bir Clint Eastwood filmi gösterime girdi. Film, II. Dünya Savaşı’nın sonlarında ABD’nin Japonlara ait olan Iwo Jima adasına yaptığı başarılı çıkartmayı ve Amerikan hükümetinin adanın ele geçirilmesini bir propaganda unsuru olarak kullanmasını konu alıyordu.
Filmin gösterime girmesinden tam iki ay geçtikten sonra, bu kez de serinin Letters from Iwo Jima [Iwo Jima’dan Mektuplar] adlı ikinci filmi izleyicilerle buluştu. Ancak bu ikinci film, ilkinin devamı değildi. Hatta, ilk filmin bir tekrarıydı. Şöyle ki, ikinci film, aynı olayı bu kez de Japonların safından, Japon askerlerinin perspektifinden aktarıyordu. Bu şekilde, sırf bu özelliği nedeniyle bile izlemeye değer olan, hayat dersleriyle dolu iki filmlik bir yapım ortaya çıkmıştı.
Bu iki filmle ilgili olarak, Engin Ardıç, 13 Şubat 2007 tarihinde Akşam gazetesinde yayımlanan “Sıkar mı?” başlıklı yazısında, Türk sinemacılarının Kurtuluş Savaşı’nı bir de Yunanların açısından ele alacak bir film çekip çekemeyeceklerini sorguladı. Bu, önemli bir soruydu. Çünkü, farklı perspektifler sunan ve insanları daha esnek düşünmeye yönelten çalışmalara Türkiye’de rastlanmadığına ve bunun önemli bir eksiklik olduğuna işaret ediyordu. Hep aynı filmin farklı versiyonlarını izlemeye alışmış olan bir toplum için haksız bir uyarı da sayılmazdı.
Milli tarih, milli masal
Tarih bilimi, (en azından somut seviyede) geçmişteki olayların neden yaşandığını anlamaya ve açıklamaya çalışmak için var. Bunu yapabilmek ise, her şeyi tarafsız bir bakışla ele almayı gerektiriyor.
Ancak Türk milli eğitim sisteminin Milli Tarih müfredatına baktığımızda, çok daha farklı bir anlayışla karşılaşıyoruz. Bu anlayış, “Türk milleti”ni merkeze koyuyor ve “dostu düşmanı tanımak”, “geçmişteki hataları tekrar etmemek” gibi militer amaçlardan söz ediyor. Amaçlar baştan bir kez bu şekilde belirlenince, neticede öğretilen ve öğrenilen şey de tarih olmuyor. Yapılan, homojen bir Türk milleti kurgulamak ve bu kurgu üzerinden Türkler (iyiler) ile diğerleri (kötüler) arasında yaşanan savaş ve mücadelelere dair bir anlatı sunmak.
Böyle bir anlatının ilk göze çarpan özelliği, her dönem ve her vaka için gerçeği yansıtmasının pek mümkün olmaması. Dolayısıyla, bu yaklaşımda ısrar etmek, kimi bilgileri sistemli olarak öğrencilerden gizlemeyi, gizlenemeyenleri ise çarpıtmayı gerektiriyor. Bu durumun gözlendiği tipik örneklerden biri de Kurtuluş Savaşı.
Milli Tarih, Kurtuluş Savaşı’nı, “vatanımıza saldıran düşmanları el birliği ile kovarak Anadolu’yu kurtarma” çerçevesinde sunuyor. Hâlbuki 1919 ila 1922 yılları arasında yaşanan bu değildi. Bu, olsa olsa masalsı olarak nitelendirilebilecek bir anlatı. Ne var ki, bu hâlen yaygın bir şekilde inanılan ve gerçekliği pek sorgulan(a)mayan bir masal.
Sonsöz
Türkiye’de objektif bilgiye ve farklı perspektiflere erişim daha yeni yeni mümkün hâle geliyor. Kurtuluş Savaşı’nın Yunanlar için ne anlam ifade ettiğini merak etmek dahi bugün itibariyle Türkiye için yeni bir şey. Dahası, Türkiye’de Kurtuluş Savaşı konusundaki yaygın perspektif, olayın iki tarafından sadece birinin perspektifi olabilmekten bile uzak. Yani sözkonusu olan “Türkler”in perspektifi değil. İttihatçıların perspektifi de değil.
Bugünkü yaygın anlatı, 1922’den itibaren Kurtuluş Savaşı’nın önde gelen simalarının birer birer susturulmalarının ardından, bir Tek Adam’ın iki dudağı arasından çıkanlarla şekillendi. Yani, bu onun masalı. Ve o da, böyle bir masalın kahramanı.
(Devam edeceğim...)
***
Utanmaz İngilizler Notu: Milli Tarihçilerimizden biri geçtiğimiz günlerde İngilizlerin İstanbul’u işgal ettiği dönemi hikâye ederken, “Ülke en utanmazcasına paylaşılmaktadır” gibi bir ifade kullandı. Söylediğine göre, o vakitlerde Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı kaybedilmiş; ülke “en utanmazcasına paylaşılmakta”ymış; tek umut da Kemal Paşa’ymış. Bir ülkenin profesörlerinin böyle ifadeler kullanmaları da, bu ifadelerin pek kimseye tuhaf gelmemesi de, o ülkede hâkim olan tarih algısının niteliği konusunda çok şey söyler. Kaldı ki, bu profesörün Uluslararası İlişkiler ihtisası da var. Demek ki bu konuda bildikleri, ona İngilizlerin çok utanmaz kimseler olduklarını söylüyor. Koskoca disiplin adına bir ilk olmalı. Herhâlde insan bir memleketi paylaşacaksa bile, en azından efendice paylaşmalı. Ama bu İngilizlerde utanmak sıkılmak da yok, “en utanmazcasına” paylaşıyorlar! Bir de Dünya Savaşı’nı kazandı diye hemen tutup mağlup devletin başkentini işgal etme konusu var... Bu da herhâlde tarihte bir ilk olmalı. Ya da, ben duymadıysam herhâlde öyledir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.