KÜRTLERİN ASASI VE ŞENGAL MUCİZESİ
İdris Baluken
30 Aralık 2014 Salı 14:15
Ellerinde kanlı neşterleri ve sınırlara emperyal çizgiler çekmeye yarayan kirli cetvelleri ile Ortadoğu laboratuarında insanlıktan nasibini almamış çıkar baronları tehlikeli deneyler yapalı neredeyse yüz yıl geçti aradan. Masaya yatırılmış Kürdün bedeni ve ülkesi paramparça edilirken bir kadavraya gösterilmesi gereken asgari etik değerler bile çiğnenmiş, çıkar uğruna kurban edilecek kobaydan mümkünse geriye hiçbir şeyin kalmaması için son derece itinalı bir operasyon gerçekleştirilmişti. Hazırlanan vasatların tamamına kendi istemleri ile şekillenecek ekimler yapılırken, kendinden emin kadehler tokuşturuluyor, yüz yıl içinde her yönüyle ele geçirecekleri Kürdistan’ı düşünürken, kabarmış iştahları aç bir kurdun azgınlığına bürünüyordu. İşte bu morg soğukluğu taşıyan buz gibi ölüm laboratuarında küçük bir ihmal işleri bozacak, kabaran iştahlarıyla mazlum bir halkı yutmaya çalışanların hevesini kursaklarında bırakacaktı. O ihmal, kanlı operasyonu yaptıkları ama zafer sarhoşluğunda yıkamayı unuttukları neşterlerine bulaşmış Kürdün birkaç özgürlük hücresinin kendini tekrar canlandırmak üzere bu buz ortamda dondurmayı başarmasıydı. Yüz yıldır donakalmış bu hücrelerden bir kök hücre misali dönemsel olarak ihtiyaç duyulan özgürlüğe bilenmiş halk yığınları böylece oluşmaya başladı. Aslında Kürdistan’da şimdilerde derinleşen çatışma ve kaosun özünde böylesi bir tarihsel-toplumsal dinamiğin yattığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Son otuz yılda Kürdistan’da ete kemiğe bürünmüş özgürlük ruhunun yeni laboratuarlarda baronları bir araya getireceğini, sömürü mesaisinin bütün hızıyla özgürlük ruhunu yok etmek üzere tekrar devreye gireceğini az buçuk herkes tahmin ediyordu. Aslında IŞİD olarak ürperti ile görülen kanlı kılıçlar bu coğrafyada belirdiği anda kılıcı tutan eli değil, onu büyüten gizemli neşterlerin sahiplerini görmek Kürde yeni ölüm fermanlarının yazıldığını da öngörmek anlamına gelirdi. Ancak açık söylemek gerekirse, bu konuda adeta felce uğramış öngörü yetersizlikleri ve kılıcı tutan eli de onu büyüten neşteri de meşrulaştıran diplomasi sefillikleri vahim hataları da beraberinde getirdi. Bu konuda sadece Sayın Öcalan’ın yoğunlaşmış beyninin dışa açılan bir çift penceresinden, keskin parlayan gözlerinden fışkıran uyarıların ayrık tutulması gerektiğinin birebir canlı tanığıyım. Bu uyarıların ne anlama geldiği bir halkın tarihsel hafızasında henüz bilince çıkarılmamışken kanlı plan sahipleri IŞİD çetelerini Mahmur’a, Şengal’e, Kobane’ye çoktan yönlendirmişlerdi. Her biri bir kitap konusu olacak bu saldırı dalgalarını ve bu saldırılara karşı geliştirilen direniş destanlarını bu yazıya sığdırmak zor. Ancak mistik havası ve yetmiş üç fermandan sonra tekrar kan kızılına boyanmaya çalışılan Şengal dağının yaşadıkları tüm bu tarihsel kesiti anlamaya ve anlatmaya yetiyor. Acımasızca katledilen Ezidi şeyhleri, dervişleri toplu mezarlarda ölümün zoraki oyununu oynar gibi el ele tutuşmuş Ezidi çocukları, köle pazarlarında binlerce yıllık kadın düşmanı bir tarihi kendisiyle yüzleşmeye çağıran Ezidi kadınlarının dramı, yaşanılan güncelin tarihe kazınmış bir tufanla eş değer olduğunu ortaya koymaktaydı. Aradan binlerce yıl geçmesine rağmen kutsal kitaplarda insanlık hafızasında anılan ibretlik tufanlara bir yenisinin eklenip eklenmediğini sübjektif yorumlarla değil, Çiyaye Şengal’in tanıklığıyla insanlık öğrenebilirdi. Çağdaş Firavunların ordularından kaçan halka bağrını açan susuzluktan bitap düşmüş çocuk bedenlere bir damla su yetiştirememenin acısını taşıyan, toprağına işlemiş vurulan genç erkek kadınların asi kanlarıyla acı feryatlar koparan, tüm bunlara rağmen, gün ışığında dosta düşmana karşı vakur dik duruşundan en ufak bir geri adım atmadan en zifiri karanlıklarda çaresizliğin kaygısına karışmış ağır yaslarda kaybolan Çiyaye Şengal’den bahsediyorum. Tıpkı bir dönem Firavun’un zalim ordularının Musa’nın mazlum halkına hakikatte ısrardan dolayı yaşattıklarına tanıklık etmiş Mısır toprakları gibi. Her gün ağır ağır tükenmekteyken zorla ayakta tutmaya çalıştığı dermanı bir sabah zalim orduların ensesinde patlayan Kürdün asasıyla yeniden canlandı. O asa ki, mazlum halk yığınları için zalimin ölüm yolları arasından yaşamın kutsal koridorlarını yaratmıştı. Tıpkı Kızıldeniz’e çarptığında halkını zalim ordulardan kurtaran yolu açan Musa’nın asası gibi. Şimdi Çiyaye Şengal zalim orduların kan deryasına çevirdikleri Şengal ovasında boğulmalarını beklemekte tıpkı Kızıldeniz’e gömülen Firavun orduları gibi.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.