22 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır15°C
  • Ankara17°C
  • İzmir21°C
  • Berlin2°C

KÜRTLER YENİLDİ Mİ?

Fehim Işık

31 Mart 2013 Pazar 16:27

Başbakan’ın geçtiğimiz günlerde katıldığı canlı yayında gazeteciler karşısındaki tutumunu görünce, doğrusu ilk aklıma gelen sözcük yazının başlığı oldu: Kürtler yenildi mi?

Başbakan’ın yaklaşımı ciddi bir egodur ve korkarım bu ego zamanla, sorunu çözmek yerine çözmemeye odaklı olmaya ilerler. Oslo’da yaşanan da neticeten bu oldu. Özellikle son 5–6 yıldır çatışmaların giderek büyümesinin temelinde yatan etken de ağırlıkla bu bakış açısıdır.

Başbakan’ın ciddi bir risk üstlendiğini biliyoruz. Türkiye’de neredeyse her çakıl taşına sinmiş ırkçılık, Başbakan’ı çözüm sürecinde alabildiğine zorlayacak, hatta sorunun çözümünde ciddi gelgitler yaşanmasına da neden olacaktır; bunu da biliyoruz... Ayrıca halkların başına çöreklenmiş Cumhuriyet mantalitesini bir anda değiştirmenin o kadar kolay olmayacağı da çok açık.

Ama üslup “Her şey benim istediğim gibi olacak. Benim belirlediğim sınırlar içinde adım atacaksınız” olduğunda, bilmek gerekir ki Öcalan’ın en sıcak mesajlarına rağmen Kürtleri, PKK’yi, Kandil’i de ikna etmek güçtür.

Öcalan’ın Newroz günü Diyarbakır’da okunan ve içerik olarak Kürtleri tatmin etmemesine rağmen büyük bir destek gören mektubunun bir baskı altında yazılmadığının, Öcalan’ın inanarak o mektubu kaleme aldığının altını çizmekte yarar var. 1993’lerden bu yana çözüm için her diyalogu ciddiye alan, adım adım realist yöntemler üzerinden siyaset geliştiren, 1999’da yakalandıktan sonra savunmalarında bunun ideolojik alt yapısını oluşturan ve en önemlisi PKK’yi bu konuda ikna ederek değişip dönüştüren Öcalan’ın, mektubu başkalarının dayatmasıyla, korkutmasıyla yazmadığını/yazmayacağını bilmeliyiz. Böylesi bir yaklaşım Öcalan’ı tanımamak anlamına da gelir.

İçerik olarak demokratik özerkliğin bile statü olarak benimsenmediği, Türkiye’yi yönetenleri tarihlerinde en az rahatsız edecek, hatta hiç rahatsız etmeyecek bir üslupla kaleme alınmış bir mektubun PKK tarafından önemli bulunmasının ve buna uygun adımlar atacaklarını açıklamalarının tek nedeni, mektupta dile getirilen görüşlerin, yaklaşımların tamamen Öcalan’a ait olmasıdır.

Öcalan’ın mektubunda üstü net çizilen olgu, silahlı mücadele döneminin bittiği ve siyasal mücadelenin esas alınacağı bir dönemin başladığıdır. Yine mektuba bakıldığında görüyoruz ki esasen statüyü somutlaştırmak da siyasal mücadele sürecinin işidir. Beğeniriz ya da beğenmeyiz; Öcalan silahın miadını doldurduğunu belirterek mücadeleyi kitlesel siyasal mücadeleye havale ediyor.

Öcalan’ın mektubundan sonra en çok tartışılan konu PKK’nin silahlı güçlerinin “ülke dışına” çekilme sorunudur.

Başbakan’ın geçtiğimiz günlerde özel bir kanalda dile getirdiği görüşleri üzerine KCK tarafından yapılan açıklamada, sürecin sadece Başbakan’ın inisiyatifinde ilerlemeyeceği belirtilip özellikle orta kademe PKK kadrolarının ikna edilmesi ve bunun için de hükümetin yasal güvence de içeren bazı adımları atması gereken bir sürecin zorunlu olduğunun altı çiziliyor.

KCK bu açıklamayı Başbakan’ın yasal bir düzenleme yapılmasını silahların tümden bırakılması şartına bağlaması, ayrıca PKK gerillalarının silahlarını tümüyle bölgede bırakıp sınır dışına silahsız bir şekilde geri çekilmesi, görüşlerine istinaden yaptı.

Başbakan bu açıklamasında, aşağılayıcı bir üslupla "Gidecek olan silahını nereye bırakırsa bıraksın, gömerse gömsün o bizi ilgilendirmiyor, bırakıp gider. Aksi takdirde bu iş provokasyona çok açıktır,” diyordu.

Bu üslup ve yaklaşımı görünce, eminim benim zihnimde oluşan olgu birçok Kürdün de zihninde oluşmuştur: Kürtler ya da Öcalan bir yenilgi neticesinde mi bu noktaya geldi?

Uzun süren ve çok cana mal olan bir savaştan söz ediyoruz. 30 yıldır onbinlerce insan bu savaşta yaşamını yitirdi. Savaşan güçler alabildiğine deneyim kazandı ama biri diğerine üstün gelemedi. Ayrıca öyle bir savaş süreci yaşandı ki tarafların neredeyse denemediği tek bir yöntem bile kalmadı.

Tarafların her biri ağır acılara karşılık gelen “savaş deneyimi” hanelerine kullandıkları yöntemleri yazmaya kalkarsak sayfalar dolusu olur; anlatmaya kalkarsak günlerce sonlanmaz.

Hal böyle iken gelinen süreci ancak şöyle özetleyebiliriz: Her iki kesimden biri diğerine mağlubiyeti yaşat(a)madı. Ama eğer barışı başarırlarsa her iki taraf da hatta taraflarla birlikte milyonlar da kazanacak.

Şunu da görmekte yarar var: Bu noktaya gelinmesinde Kürt tarafının, özellikle de Öcalan’ın yaklaşımının ciddi payı var. Eğer bir riskten söz edilecekse en ciddi riski üstlenen bizzat Öcalan’ın kendisidir.

Başbakan da elbet ciddi bir risk üstlenmiştir. Ama o tüm risklerin üstesinden gelebilecek konumdadır; Öcalan ise tutulduğu 12 metrekarelik alanda hiçbir riskin üstesinden gelemez.

Başbakan ya da hükümet bu süreçte Öcalan’ın çözümdeki rolünü sağlıklı bir biçimde değerlendirerek önünü açmaz; Kürt hareketini yenik gibi göstererek sürecin diğer aktörlerini Kandil ve BDP’yi, sivil toplumu, sürece katkı sunan farklı siyasal çevreleri önemsemez ise bu yaşananlar da Oslo gibi bir yerde biter ki o noktayı düşünmek bile istemiyorum...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.