04 Aralık 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır5°C
  • Ankara4°C
  • İzmir11°C
  • Berlin5°C

KÜRTLER VE TEHDİT MESELESİ...

Ali Bayramoğlu

17 Şubat 2016 Çarşamba 11:17

Önce bir tespit:

Ortadoğu'nun Kürt toplulukları ve hareketleri hızla alan genişletiyor, tarihsel olarak yol alıyor.

Kuzey Irak Kürtleri bağımsız bir devlet kurma peşinde koşuyor ve uluslararası destekleri tam. Suriye Kürtleri özerk bir alan oluşturmuş durumda. Bu alanın meşruiyeti ülkelere göre çeşitli ve değişen nedenlerle her geçen gün artan uluslararası kabul görüyor. Ortadoğu'daki değişiklikler Kürtlere bir fırsat oluşturdu, onlar da bu fırsatı değerlendiriyorlar.

Ortadoğu'da tarihinin akışı bu istikamette ve bu tür akışların geriye çevrilmesi eşyanın tabiatına aykırı.

Şimdi bir soru:

Bu durum Türkiye için bir tehdit oluşturuyor mu?

Kürtlerin Ortadoğu'da, Irak'ta ve Suriye'de kendilerine ait siyasi bir birime sahip olması, genel olarak bakıldığında Türkiye'yi rahatsız etmez. Nitekim bazı koşullar altında etmiyor da... Örneğin Ankara'nın bir dönem oluşma ihtimalini bile bir savaş nedeni saydığı Irak Kürdistan Özerk Bölgesi, bugün Türkiye'nin yakın müttefiklerinden birisi. Dahası bu özerk yapının varlığı, Türkiye'nin Kürt sorunu üzerinde ağırlık oluşturmuyor, tersine mevcut ağırlığı hafifletiyor.

Her ne kadar Türkiye Irak Kürdistan'ının bağımsız bir devlete dönüşmesine sıcak bakmadığını söylese de hiç bir şekilde buna direnç gösteren bir tavır sergilemiyor.

O zaman şu açıktır: Türkiye, komşusu Irak Kürtleri konusunda toplumsal, siyasal ve tarihsel gerçekliğe ve akışa ters düşmediği gibi, kendi çıkar ve politikalarını buna uyarlayarak avantajlı bir konuma yerleşmiş bulunuyor.

Türkiye açısından “tehdit” algısı, PYD ve Suriye'yle ilgili. Türkiye ve Suriye'deki Kürtlerin akrabalığı, PKK ile PYD'nin geçişkenliği, Ankara'da, Suriye'deki gelişmelerin Türkiye'yi de kuşatabileceği endişesini yaratıyor.

Bu, sadece bir endişe değil, aynı zamanda kimi açılardan fiili bir durum. PKK, PYD'yle bir bütün halinde hareket ediyor. Kuzey Suriye kantonlarını birleştirerek bir oluşum peşinde koşuyor, Türkiye'nin Kürt bölgesini de bu oluşumun bir devamı olarak görüyor. Dahası Türkiye topraklarında bu istikamette bir egemenlik savaşı yürütüyorlar.

Kürt sorununun merkezi bir bakıma Türkiye'den Suriye'ye taşınmış bulunuyor.

Türkiye bu durumu silah kullanarak savuşturmaya çalışıyor. Ve, haklı ya da haksız, sonuç olarak Suriye'de Kürtler açısından rüzgara karşı koşuyor, çıkar ve politikaları ile tarihsel akış ters düşüyor, yalnızlaşıyor ve sıkıntıya düşüyor.

Ama şunun altını hemen çizmek gerek:

Bu tablo ne mutlak ne de sabit, tersine tarihsel ve değişken, yeni oluşmuş bir duruma işaret ediyor.

Nitekim bir dönem Türkiye'nin PYD'ye bakışı farklıydı. Vahap Çoşkun'a kulak verelim: “Kısa bir süre öncesine kadar Türkiye ile PYD arasında sağlıklı bir ilişki vardı. PYD Eşbaşkanı Salih Müslüm, Dışişleri ve MİT yetkilileri ile görüşüyordu (…) Dışişleri Bakanlığı'nda (…) karar verici pozisyonundaki isimler PYD'nin 'rasyonel bir aktör” olduğunu ifade ediyorlardı. PYD, kalıcı ve bazı aşırılıklarını törpülemesi kaydıyla ilişki kurulabilecek bir niteliği haizdi. Dolayısıyla PYD, gelecekte Türkiye'nin işbirliği yapacağı muhtemel partnerlerden biri olabilirdi…”(“Yanlış Soru”, 15.02.2016, Serbestiyet))

PYD'nin PKK tarafından kurdurulmuş olması ya da siyasi yakınlığı hükümet tarafından elbette biliniyor, ama bu bakışını etkilemiyordu. Etkilemiyordu zira, Türkiye'nin politikaları, içerideki çözüm süreci, ana rüzgarların bu tutumu kaçınılmaz ve rasyonel kılıyordu.

Peki bu arada ne oldu?

Türkiye'nin Kürt sorununu özellikle Kürt hareketi nezdinde ulusal niteliğini bir anlamda kaybetti ve ulusal sınırlar dışına taştı.

Buna üç faktör yol açtı.. Bunlar (1)bölgesel gelişmeler, (2)siyasi iktidarın çözüm sürecin ağırdan alması,(3) Kürt hareketinin yeni stratejisidir. Her bir faktör doğal olarak diğerini etkilemiştir.

Bu faktörlerden birisi, “çözüm sürecinin eksik ve ağır kurgusu” üzerinden bakıldığında devletin bu tehdidin oluşmasına katkısı da hiç hafife alınmayacak düzeyde olduğu görülür.

2013'ten itibaren Rojava meselesinin hassas bir konu olduğu, her geçen gün artan bir önem kazandığı devlet tarafından biliniyordu, ancak görülen o ki önemsenmedi.

Oysa izlenecek yol temel olarak Rojava'yı demokratik açıdan kuşatmak, Suriye Kürtlerine ve bu bölgedeki Kürt tahayyülüne yol ve yön vermek, bununla eş zamanlı olarak çözüm süreci üzerinden ise hızlı entegrasyon politikalarını hayata geçirmek olmalıydı. Bu politikalar, yerel yönetim reformu üzerinden Kürt yapılarını sisteme dahil edebilir, bugün empoze edilmeye çalışılan Suriye modeli yerine Türkiye modelini öne çıkarabilirdi. Böyle bir hamle muhtemelen Kürt hareketinin stratejisini yönlendirebilecek istikamette olurdu.

Öngörüsüzlük, Rojava'nın özgül ağırlığının ihmal edilmesi, Ankara'nın tüm siyasi enerjisini Esat'a vermesi buna engel oldu.

Bugün bir tehdit varsa, bunun oluşumunda devletin siyasi hatalarının da payı vardır. O zaman şu gerçeği teslim etmek fayda var:

Tehditleri sadece karşı taraf değil, sizin tarihe bakışınız ve paradigmalarınız da yaratır.

Yanlış adımlar devam ederse, yarın yeni tehditlerin ve kayıpların doğması işten bile olmaz.

Ne yapmalı sorusu yine yarına kaldı...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.