22 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır15°C
  • Ankara17°C
  • İzmir21°C
  • Berlin2°C

KÜRTLER VE ALEVİLER

Ahmet Altan-

09 Ağustos 2012 Perşembe 08:20

Kuzey Afrika’dan başlayıp yukarı doğru tırmanan değişim dalgalarının kendisini etkilemeyeceğini düşünen bir memleket varsa, yanıldığını çok geçmeden öğrenir.

Avrupa, Sanayi Devrimi’ni Fransa’dan başlayan ayaklanmalarla yaşadı.

Ben, Ortadoğu’nun da “sanayi sonrası devrimini” bu son ayaklanmalarla yaşadığını düşünüyorum.

Bu ayaklanmalardan sonra “demokrasinin” hemen ortaya çıkmaması, “işte hiç bir şey değişmedi” yorumlarına da yol açıyor, Fransız Devrimi’nden sonra da krallığı aratacak baskılar yaşanmıştı ama sonunda “her şey” değişti.

Devrimi başlatan zaten kaçınılmaz olan “değişim” zorunluğuydu.

İnsanların kullandıkları makineler, bu makinelerin ürettiği mallar, bu mallardan para kazanan “sınıflar”, kitlelerin tüketim alışkanlıkları değişirken “siyasal sistemin” aynı kalabileceğini sanmak o çağda belki mümkündü ama bunca tecrübeden sonra bu çağda pek mümkün değil.

Hem Batı, hem Doğu büyük bir değişimden geçiyor.

Bu ikisinin ortasında “hiçbir şey değişmiyormuş” gibi yaşamaya devam edeceğini sanan Ortadoğu’nun ta köklerinden sarsılması kaçınılmazdı.

Dönüşüm halk hareketleriyle başladı.

Bu değişim sürecinde çeşitli gel-gitler, çatışmalar, geri dönüşler yaşanacak elbette ama bütün bunlar durulduğunda dünya bambaşka bir Ortadoğu ile karşılaşacak.

Ortadoğu, “üçüncü bin yılın” gerçeklerine ve dünyanın geri kalanına uyum sağlayacak bir süreçten geçecek.

İki uçtaki Kore’yle Amerika “bilgisayarlaşmış telefon” rekabetini yaşarken, Ortadoğu petrol satıp silah alan, diktatörlerin baskısı altında kanlı bir çöl olarak kalamazdı.

Ortadoğu’daki bu büyük ve tarihî dalga, Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma “yapaylıkları” da silip atacak büyük bir ihtimalle.

“Emperyalistler”
, Ortadoğu’yu “yüzyıl önceki” ihtiyaçlarına göre şekillendirmişlerdi, aradan yüz yıl geçti, “ihtiyaçlar” da değişti, emperyalizm de değişti, toplumlar da değişti, siyaset de değişti.

Ortadoğu da değişip bu “yüzyıla” gelecek.

Bu değişimden Türkiye de etkilenecek elbette.

Yüzyıl önce şekillenen Ortadoğu’nun parçası olarak biçimlenen Türkiye Cumhuriyeti’nde üç büyük kesim baskı altına alındı, hakları inkâr edildi.

Sünni muhafazakârlar, Kürtler, Aleviler.

Aslında, birçok yorumcunun da söylediği gibi Türkiye’de Sünni muhafazakârların güçlenip iktidara gelişi, bu büyük değişimin belki de ilk habercisiydi, bu değişimle Türkiye Ortadoğu’daki değişimin de hem başlangıç noktası hem de lideri olma şansını elde etti.

AKP iktidarı, son dönemlerine kadar, “tarihin kendisine biçtiği” rolü üstlendi, Türkiye’yi zenginleştirdi, birçok özgürlüklerin yolunu açtı, diğer “ezilen” kesimlere el uzatarak “açılımlar” başlattı.

Ve, “değişim” dalgası tam bizim sınırımıza vardığında birden “rol” değiştirerek “değişimi engelleyen” bir güç oldu.

Suriye’de yaşananlar, Türkiye’deki Kürt ve Alevi hareketini hükümetin tahmin edebildiğinden daha fazla etkileyecek.

Etkiliyor da zaten.

Bu noktada, özgürlüğünü ilk elde eden ve değişimin “motoru” durumuna gelen Sünni muhafazakârların değişime öncülük etmesi, değişimi yönetmesi ve yaşanacakların çatışmasız gerçekleşmesine yardımcı olması gerekiyordu.

Tam tarihin kendisine biçtiği rolün en önemli ânında AKP ve Başbakan Erdoğan, değişimin önüne çıkma, değişimi engelleme kararı aldı.

Tarihin geniş akışı içinde küçük “cepler” oluşuyor bazen, burada da öyle bir cep oluştu, Çankaya’ya çıkmak isteyen Başbakan Erdoğan “milliyetçi muhafazakâr” oyları çekebilmek için birden Kürt ve Alevi haklarının en büyük inkârcısına dönüştü.

Kürt meselesini bir “silah” meselesi olarak görüyor şimdi.

Sanıyor ki PKK olmasa Kürtler bir talepte bulunmayacak.

Ben bunun tam tersinin doğru olduğuna inanıyorum.

Bugün Kürtlerin arasında “talepler” konusunda büyük farklılıklar yok, fark “silah ve PKK siyaseti” ekseninde ortaya çıkıyor.

Eğer PKK karşıtı olan Kürtlerle PKK destekçisi Kürtler arasındaki kırılma olmasa, silahın daha sonra otoriter bir baskıya dönüşeceğine dair Kürtlerin bir kısmının beslediği kuşku bulunmasa, Kürtlerin ortak talepler çevresindeki demokratik güç birliği çok daha büyük olurdu, değişim dalgasını da arkalarına alarak siyasi alanda Türkiye’yi çok daha fazla sarsarlardı.

Erdoğan meseleyi “silaha” indirgemeye ne kadar uğraşırsa uğraşsın, Türkiye’deki Kürtlerin sosyal ve siyasal statüsü değişecek.

1925 model “ne mutlu Türk’üm diyene” anlayışını milyonlarca Kürd’e kabul ettiremezsiniz, devletin “kimin mutlu olacağına” karar verdiği bir sistem artık yürümez.

Türklerle Kürtler, Sünnilerle Aleviler her konuda eşit olacak.

Bunun “örgütlerle” bir alakası yok.

Bu, hayatın ve tarihin emri, AKP bu “emre” direnirse ya Türkiye kırılır ya AKP.

Hangisinin kırılacağını da çok yakında görürüz.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.