KÜRTLER DEMOKRATİK ÖZERKLİKLE NE İSTİYOR (5)
Pınar Öğünç
02 Mayıs 2014 Cuma 08:08
Kürtler demokratik özerklikle ne istiyor (5) 'Mutfağımız ortak ama kendi odamız da olsun'
“Böylesi ne kadar rahatmış” diyor. Böylesi dediği eşbaşkanla belediye başkanlığı yapmak. Daha önce diğerini denemişti çünkü. Tek başına mesuliyetin zaman zaman çok ağır geldiğini söylüyor Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Fırat Anlı. Şu anda Gültan Kışanak’la birlikte işleri, odaları ve böyle ağırlıkları paylaşıyorlar. “Burası İsviçre değil. Haydi Diyarbakır’da uyguladınız, bunu İdil’de, Çukurca’da, her yerde uyguluyoruz dikkatinizi çekerim” diyor. Dışarıdan kolay göründüğünü düşünüyor.
Üzerinden fazla zaman geçmedi, Aram Yayınları’ndan ‘101 Soruda Demokratik Özerklik’ isimli bir kitap çıktı. Mevzuya da denk düşecek biçimde Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nde kolektif olarak hazırlanmış bu kitap. Ki KCK operasyonlarıyla tutuklanan bu ekibin içinde Fırat Anlı da vardı. Kitabın ağırca yükünü taşıyan Serdar Ziriğ başta teşekkür etmiş kendisine.
Anlı, hem kadim Kürt meselesine çözüm öneren hem de desantralizasyon tartışmasına katkı sunan demokratik özerkliğin enine boyuna konuşulmamasından, üzerine yazılıp çizilmemesinden, akademik olarak tartışılmamasından yakınıyor. İmralı görüşmeleri ya da daha evvelinde Kürtçe televizyon, anadilde eğitim talebi gibi başta büyük hararet yaratan konuların toplum tarafından sanılanın ötesinde bir olgunlukla karşılandığını hatırlatıyor.
“Kürtler özerkliği yaşamış bir toplum, hiç bilmedikleri bir yaşam tarzından söz etmiyoruz. 1850’lere kadar Kürtler bu coğrafyada yüzyıllarca böyle yaşadı. Kısmen yargısı, ekonomisi, dış ilişkileri olan bir özerklikti bu. Özerk yapı vardı ama demokratik değildi. Son derece katı ve diktatörce yönetimlerdi. Şimdi demokratiğini inşa etmek istiyoruz” diyor. Dünyanın da Mezopotamya’nın, Antik Yunan’ın kent devletleri zihniyetine doğru evrildiğinden bahsediyor.
Magna Carta gibi
Diğer BDP’li belediyeler gibi, bu modelin inşasına zihni hazırlık sayılabilecek ‘toplumcu belediyeciliği’ hayata geçirmeye çalışıyorlar Diyarbakır’da da. Bir kısmı kısa ve uzun vadeli hedef halinde, bir kısmı icraat. Temel yaklaşımı ise şu cümleleri özetliyor: “Belediyeleri birer iktidar aracına döndürmek de tehlikedir. Her şeyi planlayan ve yürüten bir yapı olmaktan çok, sivil organizasyonu yönlendiren bir yapı olmasını tercih ediyoruz. Mevcut mevzuatta belediye başkanları birer diktatördür. İngiliz Kralı’nın 1215’te Magna Carta’da kendini sıralaması gibi, biz de kendimizi sınırlamanın yolunu arıyoruz aslında.”
Neler düşünülüyor, neler planlanıyor?
Yaptırdıkları anketlerde gençlerin köye dönmek istemediğini görüyorlarmış. Bu, hem köylerin yaşam koşullarını kente yaklaştırmak hem de kentleri ‘doğallaştırmak’ gibi iki misyon çıkarıyor ortaya. Kırla bağını koparmamış bir metropol olarak Diyarbakır’da bilhassa işsizleri örgütleyip bir kooperatif ağı oturtmak, şehir içindeki atıl bölgelerde tarım yapmak gibi hedefleri var. ‘Petrol payı’ tartışmasından konuşurken Türkiye’nin enerjisinin büyük kısımını üretmelerine rağmen kesintilerden dolayı sık sık karanlıkta kaldıklarını, üzerinde bir de kaçak elektrik kullandıkları yaftasıyla yaşadıklarından söz etmişti. Eşbaşkan olarak beş yıla dair hedefi ise kenti, köy ve mezralarıyla birlikte güneş enerjisi kullanımında örnek hale getirebilmek.
Belediye işçilerinin, az sayıdaki taşeron işçiler de dahil, yüzde 90’ından fazlası sendikalı. Kısa bir süre önce şiddet uygulayan erkeğin maaşının eşine verilmesi uygulaması üzerinden toplusözleşme haberleri çıkmıştı gazetelerde. Bu aslında eski bir uygulama. Yakındaki niyetse, hizmet alım sözleşmesini tamamen kaldırarak belediyenin sadece işçilerin oluşturduğu kooperatifle muhatap olması. Bu, aracı payını kaldıracağı için, her işçiye asgari 10-150 TL ek gelir olacakmış. Kadın Daire Başkanlığı, Yerel Ekonomiyi Güçlendirme Daire Başkanlığı düşünülüyor. Mahalle komünleri üzerinden turizm geliri elde etme projeleri üzerine çalışılıyor.
Kürt burjuvazisi ne diyor?
Demokratik özerklik modelinde en sıkıntılı başlık ekonomi Anlı’ya göre. Bir ulusal ekonomisi olmayan Kürtlerin bu anlamda tecrübelerinin zayıflığından dem vuruyor: “Devlet Kürtlerin siyaset yapmasına, kültür, dil haklarına dair hep katıydı ama ekonomi alanında daha da katıydı. Diyelim Kürtler şirket kurduğunda, bir biçimde ekonomiye dahil olduğunda devlet acımasız şekilde engel olmaya çalıştı. Ekonominin bizim açımızdan mutlak bir mesele olması biraz da bundandır”.
Peki bir belediye başkanı olarak kimi yavaştan hayata geçen bu projelerle ilgili Kürt burjuvazisinden bir dirençle karşılaşıyorlar mı?
“Direnç oluyor. Demokratik olması açısından da kaygılarını ifade etmeleri bence sağlıklıdır. Öngörülen karma sistemde orta sınıf tüccar ve sermayedar yok edilmesi gereken bir organizasyon olarak algılanmıyor. Belli bir alanda hegemonik ve tekelci anlayışa izin vermeyeceğiz sadece. İşadamlarının daha çok kazanmasından rahatsız değiliz, istihdamı arttırsınlar, sömürmeden kazansınlar.”
Söz ettiği nasıl bir sınırlama yani?
“En önemlisi örgütlü toplumun demokratik reaksiyonlarla koyacağı sınırdır. Örneğin alışveriş yapmayız. Kürtlerde en ağır ceza toplumun dışına atmaktır, Alevilerde de öyle…”
Bugün var olan yasaların hudutlarında başka tür bir belediyecilik denediklerini anlatıyor ama ‘Kürtler en zahmetlisini seçti’ dediği demokratik özerkliğin asıl kuşaklar içinde etkisini göstereceğini söylüyor Fırat Anlı. “20 yıl önce bu kentte çocukların kilise kapısını taşladıklarını, boynunda haç gördükleri birine ağza gelmeyen şeyler söylediklerini biliyorum. Ama yeni bir durum var. Buradaki kilisede Paskalya törenine gittik, bütün mahalleli orada, İslamcısı, dindarı, seydası, kadın, erkek, genç, kentin bütün temsiliyetinden insan vardı. Zor bir şey yapıyoruz ama karşılık buluyor” diyor.
İkna olmak isteyenleri de Diyarbakır’a çağırıyor.
Diyarbakır’ın Yenişehir ilçesi Şehitlik Mahalle Meclisi Eşbaşkanları Ahmet Sadak ile Güneş Deniz .
‘Belediye başkanınızı çağırın ve deyin ki...’
Diyarbakır, Yenişehir’de, Şehitlik mahalle meclisindeyiz. Demokratik özerkliğin en küçük birimi nasıl çalışıyor, doğrudan demokrasi nasıl işliyor?
Çok geniş bir salon. İçeride birkaç çekyat, belli ki farklı takımlardan ayrılmış yan yana koltuklar, sandalyeler var. Ne eve, ne işyerine benziyor. Köşede bir grup kadınlı erkekli çay içip sohbet etmekte, üzerinde fosforlu yeleğiyle bir belediye işçisi içeri giriyor, kapının önünde lastik atlayan çocuk sesleri. Burası Diyarbakır, Yenişehir’e bağlı Şehitlik mahalle meclisi. Kapıdaki tabelada Eşit Özgür Yurttaş Derneği yazıyor, resmi olarak dernek ama mahalleden kimse “Ben derneğe gidiyorum” demiyor.
Köy komünleriyle birlikte mahalle meclisleri demokratik özerklik modelinin en küçük birimi, özündeki fikri canlı tutan çekirdeği olarak planlanmış. Bir yandan insanların derdi olduğunda başvuracakları ilk yer, bir yandan gün içinde uğranan bir sosyalleşme alanı, bir yandan farklı eğitimler alınabilen, siyaset sohbetlerinin yapılabildiği bir yer.
Bütün bunları bana mahalle meclisinin eşbaşkanları Güneş Deniz, Ahmet Sadak ile Yenişehir Belediyesi’nde Meclis Üyesi olan sosyolog Şeyda Aslantaş ve DTK halk delegesi Ziya Gökalp anlatıyor. Ara ara sohbete birileri daha ekleniyor. Çaylar, çaylar...
Bu meclisler mahalle nüfusuna göre bir oranla, sadece o mahallede yaşayanlar tarafından seçiliyor. Eşbaşkanlar da öyle. Günlük rutin sorun çözümlemeleri dışında yıllık plan üzerinden çalışan, yürüten ve denetleyen mekanizmayı da mahalleli kendi meclisi içinden çıkarıyor. Yan sokaktaki iki ailenin kavgası da yeni alınan çöp konteynirlerinin nerelere konacağı da söz ettiğim sorunlara dahil. Bunların bir kısmı doğrudan orada mahalle meclislerinde çözülüyor, çözülemeyen ilçe, oradan kent meclisine taşınıyor. Düzenli toplantıların dışında aynı zincir kente dair önerilerde de işletiliyor. Her mahalle meclisi altı ayda bir gelir-gider tablolarını mahalleliye açmak zorunda. Eşbaşkanlar her gün orada, maaşlı çalışan yok, her iş gönüllü hallediliyor. Yerinden yönetim ve yerinden demokrasinin iskeleti böyle kuruluyor. Teori hayata buralarda uydurulmaya çalışılıyor.
Yenişehir’de böyle dokuz mahalle meclisi var. Diyarbakır’ın Kayapınar, Bağlar, Suriçi ilçelerinde ve diğer kentlerde de aynı sistem mevcut. İlk bakışta çok katlı yeni model sitelerden müteşekkil semtlerde işlemez gibi geliyor, hayır örnekleri varmış.
Söz ettiğimiz kent ve ilçeler BDP belediyesi olabilir ama özellikle ekliyorlar ki mahalle sakinleri odaklı bu yapılanmalarda BDP seçmeni olmayan da katılımcı. Şeyda Aslantaş, şunları partilerden azade yeni bir yurttaşlık bilgisi olarak veriyor:
“Bu sistemin yüzde 50’sini belediyeler oluşturuyor. Biz halka şunu diyoruz aslında, evet siz irade göstererek bir belediye başkanı seçtiniz ama o başkan tek irade olmasın. Mahallenize ne yapılacağına sadece o karar vermesin. Mahalle meclisinize belediye başkanınızı çağırın ve ona ‘Bizim için ne planladın bu yıl’ diye sorabilin, ‘Onun yerine şunu istiyoruz’ diyebilin. Ya da belediyenin mali gelir-gider tablosunu görerek müdahil olun.” Ama tabii bunun için yurttaşların talebi kadar, denetlenmeye ve yönlendirilmeye açık bir parti iradesi gerekiyor.
Gezi ve mahalle meclisleri
Aslantaş, doğrudan demokrasiye dair dünyada farklı tecrübeler olduğunu ama yurttaşların karar mekanizmasına bu kadar katılabilmesinin örneğinin bulunmadığını söylüyor. O yüzden deneme-yanılma yöntemi takip ediliyor bir miktar. Bir özgün nitelik de bu demokrasi deneyiminin hem dayanışma ekonomisi, hem de 30 yıllık savaşın izlerini birlikte tamir etmenin dayanışma psikolojisi içermesi.
Gezi olayları sonrası gelişen mahalelilik bilincinden, park forumlarından konuşuyoruz. Ziya Gökalp, Türkiye’nin Batısında geçmeyen empati eksikliğinden yakınıyor biraz. Diyelim demokratik özerklik konusundaki meraksızlığı doğuran da biraz bu. Aslantaş “Biz çok ötekileştirildiğimiz için kimseyi ötekileştirmek istemiyoruz. Ama bizi anlamaya, bizimle birlikte yaşamaya davet ediyoruz. Türkiye’deki halklar Kürtlerin mücadelesinin haklılığını ve meşruluğunu anladıkları anda ruh eşleşmesi gerçekleşecek” diyor. Eşbaşkan Ahmet Bey son noktayı koyuyor: “Varoş, kenar mahalle dediğimiz insanlar, milletin sorunlarını çözmek için Meclis’te oturan milletvekillerinden daha politik ve siyaset üreten bir halktır”.
Diyarbakır’da savaş uçağı propagandası
“Başbakan Diyarbakır’daki seçim çalışmalarında gelip ‘İlk yerli savaş uçağını ürettik, helikopterini ürettik’ diyebiliyor. Özerkliği işte buradan konuşmamız lazım. Sen benim paramla bana savaş uçağı yapıyorsun. Roboski’nin hesabını verdiniz mi ki utanmadan bu ilanları asabiliyorsunuz? Mesele budur. Türkiye’de yaşayanlar aynı evde oturan insanlarız, biz de açıkyüreklilikle o evde kendimize ait bir oda istiyoruz. Ortak mutfağımız olsun, ortak oturma odamız olsun ama kendimize ait bir özel odamız olsun. Bu çok mu ileri talep? Kimi niye rahatsız etsin? Kürtler artık beklemeyecek ama bunu incitmeden, ürkütmeden, anlatarak, belki daha çok emek harcayarak, kimseyi de karşısına almadan yapacak.”
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.