KÜRTÇE ÂŞIK OLMAK
Elif Şafak
10 Mart 2012 Cumartesi 07:30
TÜRKİYE'de biz yeni nesil edebiyatçıların unutmamamız gereken bir hakikat var. Bizden önce gelen şair ve yazarların sırf kelimelerini özgür kılabilmek, kitaplarını serbestçe yazabilmek için verdikleri mücadeleler, ödedikleri büyük bedeller.
Kaç romancı ve öykücü sansüre uğradı; sılada gurbeti, sürgünde hasreti yaşadı? Kaç şair hapis yattı? Kaç sanatçının ruh ve beden sağlığı bozuldu? Gençken yaşlananların, vaktinden evvel solanların, yarınlara dair ümitlerini kaybedenlerin sayısı nedir bu topraklarda? Kaç yürek yaralandı? Kaç kelime sakıncalı bulundu? Ya da kaç nota? Kaç karikatür? Yasaklandı? Toplatıldı? Bastırıldı? Peki ya sonra...
Kitap yasaklamak, fikir yasaklamak, hayal gücünü yasaklamak bir toplumun kendi bindiği dalı elleriyle kesmesi demek. Aşağısı boşluk. Aşağısı yokluk. Seneler sonra bugün, "Mem u Zin TRT 6'da dizi oluyor!" haberlerini okurken bunları düşünmeden edemiyorum. Merakla okumuştum vaktiyle Doğu'nun bu eski aşk hikâyesini.
Henüz üniversitede öğrenciydim. Böyle bir kitabin neden yasaklandığını, niçin damgalandığını anlayamadan bir solukta bitirmiştim. Bir tutku ve ayrılık öyküsüdür Mem u Zin. Hüzünlüdür, yaralıdır. Hem yerel motiflerle örülü, hem bir o kadar evrensel bir çığlıktır.
Mem u Zin gibi kadim bir sözlü gelenekten gelen bir hikâye nasıl yasaklanır? Hangi gerekçeyle? Yüzyıllardır zaten kuşaktan kuşağa aktarılan, anneanneler-dedelerce torunlara devredilen, dengbejlerle köyden köye, kasabadan kasabaya taşınan bir kültürel birikim. Xani, kendi eserinde bu destanı yüceltir. Yeniden hayat verir karakterlere. Ve anlattığı o bitimsiz kalp ağrısı, özlem ve elem öylesine tanıdık gelir ki dinleyicilerine, Mem ve Zin için gözyaşı dökerken kendi geçmiş imkânsız aşklarına da ağlarlar gizlice.
********
Edebiyat ve sanat dünyamızın en tutarlı, en aydınlık kalemlerinden Doğan Hızlan önemli bir makaleye imza attı bu hafta. Okuyup da duygulanmamak mümkün değildi. Biz edebiyatseverlere, bugünlere ne bedeller ödenerek gelindiğini hatırlattı o her zamanki nazik, kalendermeşrep üslubuyla: "Kitapları yasaklananlar, işsiz kaldılar, aç bırakıldılar. Hangi işe girseler arkadan polis gelir, işvereni uyarırdı."
Haklı... 1940-50 kuşaklarının yazar, gazeteci ve şairlerinin hayat hikâyelerini okumalı. "Bugün yasaklananlar, insanlığın birer anıtı olarak övülüyorlar, okunuyorlar, insanlık ve edebiyat tarihini nasıl yarattıkları okullarda okutuluyor."
*******
O dönemlere bakınca bugün edebiyat âleminde kalem oynatan bizlerin ne kadar şanslı olduğunu düşünmeden edemiyor insan. Ama bu madalyonun sadece bir yüzü. Öteki yüzü ne yazık ki daha karanlık. Dün olduğu gibi bugün de kelimeler özgürce uçamıyor duru semada.
Adalet Bakanlığı, sıkıyönetim dönemlerinde yasaklanan yirmi binden fazla kitabı özgürleştirmek için adım attığında hepimiz buna sevinmiştik. Ama o günden bugüne, ifade ve basın özgürlüğünde uzun yollar kat edemedi Türkiye. Hâlâ şüpheyle bakılıyor kelimelere, harflere.
Hem Kürtçe hem Türkçe yazabilen, Kürtçe-Türkçe âşık olabilen, diller ve kültürler, hafızalar ve unutkanlıklar arasında köprüler kurabilen, iki tarafı da duyabilen sanatçılara o kadar ihtiyacımız var ki. Daha çok roman, daha çok film, daha çok albüm, daha çok sanat....
Kitapların yasaklanmadığı, gazetecilerin yazdıkları yazılardan dolayı tedirginlik yaşamadıkları, romancıların kendilerini sessizce sansür etmedikleri, şairlerin incinmediği, internet üzerinden nefret söylemlerinin örgütlenmediği, karikatüristlerin doya doya, gürül gürül mizah yapabildikleri, velhasıl sanatın ve edebiyatın özgür olduğu bir memleket, hangi görüşten ya da kesimden olursak olalım, hepimizin ama hepimizin hayrına.
Yaratıcılığın azaldığı topraklarda, bireyselliğe ket vurulan ortamlarda kimsenin özgür olması, kimsenin genç kalması mümkün değil.
Hikâyeler ve hayaller, eleştiriler ve analizler özgür oldukça, bizim gibi düşünmeyenlerin de kendilerini ifade hakkına sahip çıktıkça varabileceğiz gerçek bir demokrasiye.
Çünkü değişmedi dünyanın eski kanunu: Yasaklar başka yasakları doğurur. Şiddet, şiddeti besler. Nefret söyleminden yepyeni nefret söylemleri çıkar. Sonra uyanır, bir derin uykudan silkiniriz. Ama olan, geçen baharlara, yıpranan hayatlara, kaybedilen zamana olur.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.