22 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin2°C

‘KÜRT ULUSU’ VE TARİHİN YENİ RANDEVUSU

Nuray Mert

31 Temmuz 2013 Çarşamba 04:40

Gerek ‘barış süreci’ne, gerek Rojeva’ya (Kuzey Suriye-Batı Kürdistan) ilişkin gelişmeleri değerlendirmek için, işin teferruatına girmeden önce, Kürt meselesinin ‘ulusal’ boyutunu kavramak gerekiyor diye düşünüyorum.

Bu konularda temel sorun, ‘Türkler’in devletiyle milletiyle topyekun, ‘Kürtler’in artık bir ulus oluğunu ve kendilerini yönetme talebinde olduğu gerçeğini kabul etmek istememesidir. Kürtlerin ‘ulus’luğu üzerine sonsuz tartışmalar yapabiliriz, ancak ‘ulus’ kavramını ve tarihselliğini istediğimiz kadar kurcalayalım, Kürtlerin uluslaşma sürecini göz ardı edemeyiz. Ulus ve ulus devlet kavramı ondokuzuncu yüzyılda yükselmiş, Kürtler ‘geç kalmış’ olabilir, ancak tarihin böylesi kesin randevuları yoktur. 

Dahası, hiçbir ‘uluslaşma’ macerası bir diğerine tıpatıp uymaz. Yirmi birinci yüzyılın başında, tabiiki klasik uluslaşma veya ulus devlet macerasını tekrar etmek mümkün değil, ancak bu, uluslaşmanın ve sonuçlarının, sadece şimdiye kadar uluslaşmanın tarihle randevusunu kaçırmamış toplulukların ‘müktesep hakkı’ olduğu anlamına gelmez. Ulus kimliği, klasik tanımının dışında da olsa, modern çağların siyasal kimlik tanımı olmaya devam ediyor. O nedenle, Kürt uluslaşması, kuşkusuz farklı bir mecrada seyrediyor ve farklı biçime kurumsallaşacak.

Kürtler, modern siyasal kimlikleri adına, yaşadıkları coğrafyada, dört farklı ulus devlet sınırları içinde siyasal mücadele verdiler, ve artık siyasal bir kimlik kazanmış durumdalar, bunun sonucu olarak kendi kendilerini yönetmek istiyorlar. Şimdilik, sadece ‘Irak Kürdistan’ı bu hedefe büyük ölçüde varmış durumda, illa sınırların değişmesi, yolların ayrılması gerekmiyor ama, diğer Kürtler benzer bir konuma ulaşmadan da, Kürt sorununun çözümü mümkün gözükmüyor.

Düşünce planında kolayca ifade edilebilen bu gerçeğin hayata geçmesinin zorluklarını kimse inkar edemez, devletlerin, hükümetlerin, toplumların bu konuda kolaylıkla algı ve tavır değiştirmesi elbette mümkün değil. Ancak, bu mesele de, bugün ortaya çıkmış bir mesele değil. Nitekim, Türkiye’nin bu meseleyi hala anlamazdan, görmezden gelmekte ısrar etmesi, artık içerde barış sürecinde, dışarda Rojeva konusunda tıkanmasına neden oluyor. Evet, Kuzey Irak’daki gelişmelere de benzer tepki verilmişti, ama sonradan Türkiye tutum değiştirmek zorunda kaldı. Ancak, bu öylesine zoraki bir değişim ki, Türkiye’nin Kürtlere bakışını dönüştürmeye yetmedi. Dahası, açık konuşalım, Türkiye halen Kuzey Irak (veya Güney Kürdistan) Kürt Yönetimini bile, bir Kürt yönetimi olarak, tam anlamıyla içine sindirebilmiş değil. Yakın zamana kadar Barzani yönetimine, bir ‘Osmanlı eyaleti’ muamalesi yapılmaya çalışılmasının nedeni de, Rojeva’daki gelişmeler karşısında bunca telaşın nedeni de bu.

Hala, neredeyse Kürtler kendini yönetmesinde kim yönetirse yönetsin anlayışı hakim. Öyle olmasaydı, Suriye muhalafetinin, ta baştan Suriye’nin ‘Arap Cumhuriyeti’ tanımından vazgeçmemesi tutumu desteklenmezdi. Bakın, halihazırda, Kuzey Suriye’de Kürtlerin ‘yaşamadığı’ bölge ve kasaba hesabı yapılarak, Kürt yönetiminin imkansızlığına kanıt bulunmaya çalışılıyor. Yöneten Araplar, Türkler ve Farslar olunca, Kürt nüfuslu yerleri yönetmelerini doğal sayıp, yöneten Kürtler olma ihtimali doğunca, onların belli bir coğrafyada Kürt olmayanları yönetme iddiasına neden bunca karşı çıkılır? ‘Tarihi randevu’yu kaçırdıkları için mi? Oysa, tarih yeni randevular veriyor ve Türkiye’de bu yeni randevuları kaçırabilir. 

Erbil’de toplanması kararlaştırılan Kürt Konferansı, bu yeni randevunun en önemli duraklarından biri olacak. Bu Konferans’ın sadece çağrısının yapılmış olmasının bile ‘barış süreci’nin Kürtler açısından şimdiye kadarki en önemli kazanımı olduğunu düşünüyorum. Öcalan’ın Barzani ve Talabani ile birlikte ‘ulusal lider’ olarak çağrıcı olması ve PKK’nin Konferansta temsili, Türkiye’nin kabul etmek istediğinden çok daha fazla önem taşıyor. Öcalan ve PKK’nin ulusal temsiliyetinin, tüm Kürtler nezninde meşruiyetinin ilanının önemli sonuçları olacak. Mesela, siyasal aktörlüğü meşulaşmış bir örgütü ‘terör örgütü’ diye tanımlamanın dayanağı zorlanacak. Barış süreci’nin bölgesel denklem içindeki yeri tescil edilmiş olacak. Oysa, Türkiye, hala seçime kadar top çevirme kurnazlığı ve Rojeva’daki Kürt yönetiminin ‘geçiciliği’ tesellisi ile avunma yolunu seçip, randevuyu kaçırmakta ısrar ediyor.

Sakın yanlış anlaşılmasın, Kürt uluslaşma sürecinin heyecanına kapılmış değilim, milliyetçiliğin hiçbir türünden hazzetmem. Uluslaşma da, toplumlar için yeni cenderelerin yollarını döşer diye düşünürüm. Ancak, gerçekçilik açısından tarihsel-toplumsal dinamikleri hesaba katmak gereği bir yana, ilkesel açıdan da, uluslaşmanın ilk safhada özgürleştirici yönünü de, dikkate almamız gerekir diye düşünüyorum. Kürt uluslaşması, Kürtler için kendilerini yok sayan Türk, Arap, Fars ulus devletlerinin cenderesinden kurtuluşu ve varoluşlarını tescil etmeyi temsil ediyor. Bu aşamada, ‘nasılsa sizinki de yeni bir cendere olacak, gelin bizim cenderede yaşamaya devam edin’ deme hakkımız yok diye düşünüyorum.

Nihayetinde, Türk, Kürt farketmez, dünyaya benim baktığım pencereden bakanlar ile, yeni veya eski, Türklük veya Kürtlük adına her türlü cendere ve dayatmaya karşı özgürlük mücedelesine devam etmenin önünde bir engel göremiyorum. Dahası, gelecekte neler olur bilinmez, ancak halihazırda ‘Kürt siyasal hareketi’nin, ulusal meseleyi, yeni bir ulus devlet cenderesi kurma çerçevesinde algılamadığını biliyorum.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.