KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜLMESİNİ CEMAAT Mİ ENGELLEDİ?
Mahmut Bozarslan
18 Ağustos 2016 Perşembe 03:57
“Savcının odasından çıktık. Savcı henüz kararını vermeden Samanyolu TV bizim tutuklandığımızı söyledi. Savcının daha haberi yok, Samanyolu TV alt yazı geçiyor.” Bu sözler KCK operasyonları sırasında tutuklanan ve beş yıla yakın süre cezaevinde kalan dönemin İnsan Hakları Derneği Başkanı Avukat Muharrem Erbey’e ait.
Erbey bölgede ılımlı kişiliği ve barış yanlısı söylemleriyle bilinen bir isim. Erbey bugünlerde KCK operasyonlarının neden yapıldığını, çoğu Kürt sorununun siyasetle çözülmesinden yana olan insanların neden tutuklandığını daha iyi anlıyor.
AK Parti hükümetinin iktidara gelmesinden sonraki en ciddi çözüm süreci, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 2009 martında söylediği “Güzel şeyler olacak” sözüyle başladı. Bu sözü, PKK’nın ateşkes kararı izledi. Kısa aralıklarla yaşanan bu iki gelişme sorunun çözümü için umut yarattı. Ancak bu sırada 14 Nisan 2009 tarihinde PKK’nın da bünyesinde bulunduğu Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) isimli Kürt örgüte yönelik operasyonların başlaması soru işaretleri yarattı. Nedeni ise partilerde faaliyet gösteren binlerce Kürt siyasetçinin tutuklanması idi. Tutuklananlar arasında belediye başkanları, parti başkanları, Kürt kamuoyunun yakından tanıdığı isimler vardı. Tam çözüm süreci başlarken bu operasyonlar nereden çıkmıştı?
Hükümet PKK’nın paralel bir devlet kurduğunu iddia ediyordu. Yakalananların iddiası ise operasyonların arkasında Gülen Cemaati’nin bulunduğu yönündeydi. KCK operasyonlarının yapıldığı dönemde henüz hükümet ve Gülen Cemaati arasındaki kavga başlamamıştı. Bu nedenle Kürt cephesinin bu iddiası kabul görmedi. Fakat operasyonlar çözüm sürecindeki en önemli “yol kazası” olarak kayıtlara geçti. Yedi yıl sonra bu iddialar yeniden gündemde. Ama bir farkla: Bu kez Türkiye’nin dört bir tarafında Gülen Cemaati üyelerine yönelik operasyonlar yapılıyor.
192 sanıklı KCK ana davasının sanıklarından Muharrem Erbey KCK operasyonlarıyla ılımlı isimlerin önünün kesildiğini söyledi. Al-Monitor’a konuşan Erbey operasyonlarla çatışma sürecinin devamının istendiğini belirterek şöyle dedi: “Ilımlı insanları tutuklarsak ve önünü alırsak daha çok şiddet ortamı gelişir, hükümet barış yapamaz, ihale bize kalır, bizim devreye girmemiz lazım. Hâkim ve savcıların çoğunun cemaatten olduğunu herkes duymuştu. Bütün kritik noktaların tamamı cemaatindi. Bildiğiniz gibi AK Parti’yle ortak hareket ediyordu ve cemaatin yargıya sızdığını, yargının içinde olduğunu AK Parti, hükümet, sokaktaki insan bile biliyordu. Dolayısıyla hâkim ve savcıların tümünün kritik noktalardaki yerlere atandığını biliyorduk. Bunlar hükümetle ortaklaşa bu operasyonu başlattı. Tümü de hükümet ve cemaatin ortaklaşa aldığı kararlardı ama uygulama aşamasında polis de savcı da hâkim de cemaatin elemanlarıydı. Ortak bir irade beyanı vardı aslında.”
Erbey’e göre Gülen Cemaati Kürtlere sempatiyle bakmayan bir yapı: “Kürtleri siyasetin dışında tutmaya çalışan, biat etmeye zorlayan, Türkleştirmeye çalışan, bunu yaparken kendi çıkarı için her şeyi mübah sayan bir yapılanma. Biz Diyarbakır’da yaşayan, Kürt meselesinin barışçıl yollarla çözülmesi gerektiğini söyleyen, ülkenin bölünmeden, şiddete meyletmeden silahların tümüyle toprağa gömülmesi gibi bir fikre sahiptik. Cemaat AK Parti’yle ortaklaşa birçok şey yaparken, Kürt meselesinin AK Parti’yle çözülmesini istemiyordu. Bir şekilde AK Parti devre dışı kalsın, cemaat ve Amerika üzerinden çözülsün yaklaşımı hâkimdi. Biz öteden beri bu bölgede yaşayanlar olarak Türkiye Cumhuriyeti ve Kürtler arasında çözülmezse uluslararası güçler devreye girer, onlar devreye girerse olay farklı boyutlara ulaşır dedik. Her zaman diyorduk, bu sorun Kürtler ve Türkler ve onların yöneticileri arasında çözülmeli. Öyle boyuta geldi ki bir sürü el işin içine girdi. Gülen Amerika’da kalıyor, onlarla içli dışlılığını kimse inkâr edemez. Gülen onlarla uzlaşabilir, çalışabilir, bunlar bizim meselemiz değil. Bizim odaklandığımız mesele Kürt meselesinin çatışma olmadan çözülmesi. (...) 2007’de başlayan çözüm süreci akamete uğramasına rağmen devam ediyordu. Cemaat orada hükümeti ikna etti. Hükümete bu operasyonların yapılması gerektiği mesajını verdi. Cemaatin asıl amacı hükümet çözüm sürecinden uzaklaşsın idi”
Darbe günü ailesiyle birlikte İngiltere’de tatilde olan Erbey, “Darbe başarılı olsaydı bir daha Türkiye’ye gelmezdim, orada kararımı vermiştim. Darbe başarısız olunca geri döndük” dedi.
KCK operasyonları geride kaldı ancak cemaatin çözüm sürecine ilgisi sona ermedi. En az KCK operasyonları kadar gündeme oturan bir olay da geçen yıl Şanlıurfa’da yaşandı. İki polis memuru evlerinde uyurken başlarına kurşun sıkılarak öldürüldü. Bu cinayetler, 2009 yılından beri ağır aksak ilerleyen çözüm sürecini tamamen bitirdi. Türkiye PKK’ya karşı havadan ve karadan operasyonlara başladı. Bölge yeniden şiddet sarmalanın içine düştü.
Polis cinayetlerine ilişkin dokuz kişi hakkında dava açıldı. Ancak bu cinayetlerin yolu da Gülen Cemaati’yle kesişti. Şüphelilerin ilk sorgusunu yapan hâkim, cemaate yönelik operasyonda tutuklandı. Davayı soruşturan savcı henüz yeni olmasına rağmen Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Dairesi’ne atandı. Gülen Cemaati’ne yönelik operasyonun hedefinde burası da vardı.
Al-Monitor’a konuşan davanın avukatlarından Hüseyin Akay şöyle dedi: “Çok bağlantılı olmadığını düşünsem de tutuklamayı yapan hakimlerden birinin de bundan (Gülen Cemaati’ne yönelik operasyon) dolayı tutuklanması sansasyon yaratacak bir durum. İlgisi olabilir de olmayabilir de. Benim kendi kanaatim ben yok diye düşünüyorum. Bu çocukları sırf suçlayarak, gerçek failleri bulmaya engel olunmuş. Savcı da buna yardımcı olmuş, görmezden gelmiş. Bu kişileri araştırmayarak, delilleri de araştırmamış. Polise delileri imha etmesini emrederek delilleri yok etmiş. Sonrasında zaten Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem’e hâkim olarak atandı. Atama takdir hakkı gerektirir. Adalet Bakanlığı gibi bir bölüme hâkim olarak atanacak kişi bir kıdeme sahip olmalı, beceriye sahip olmalı. Üç dört yıllık savcı edilmez diye düşünüyoruz. Belki savcı FETÖ’cü olabilir, emniyetteki FETÖ’cü birimler bu işin içinde olabilir.”
Eğer bu cinayetlerde Gülen Cemaati’nin bağlantısı ispatlanırsa, çözüm sürecine engel oldukları yönündeki iddialar daha sağlam temellere oturacak.
Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vahap Coşkun, cemaatin çözüm sürecine müdahale ettiği iddiasına katılanlardan. Al-Monitor’a konuşan Coşkun, Gülen’in PKK’yı “paralel devlet” olarak gördüğünü belirterek, “Gülen’e göre yürütülen süreçte devletin itibarı göz önünde tutulmuyordu ve bu da kendileri açısından bir rahatsızlık sebebiydi. Gülen, bugün kendi cemaatini tarif etmek için kullanılan ‘paralel devlet’ kavramını PKK’ye yöneltiyordu. Devletin dün ‘çocuk katili’ olarak gördüğü kişiyle bugün görüşmeler yapmasının PKK’yi bir nevi paralel devlete dönüştürdüğünü belirtiyordu. Yani Gülen, hükümetin PKK ile görüşerek sorunu çözmeye çalışmasına sıcak bakmıyordu. Öteden beri cemaatin PKK ile görüşülerek sorunu çözme siyasetine itirazı vardı. Ve bu itirazını, yargı ve emniyetteki gücünü defalarca gösterdi. Mesela 2009’daki KCK operasyonlarını ve 2012’deki 7 Şubat hadisesini de bu bağlamda değerlendirmek gerek. Gülen Cemaati, iktidarın siyasi tercihini yargı ve emniyetteki güçleri aracılığıyla boşa çıkarmak istedi ve bunun için tüm gücünü seferber etmekten çekinmedi” dedi. (Al-Monitor)
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.