26 Aralık 2024
  • İstanbul10°C
  • Diyarbakır9°C
  • Ankara7°C
  • İzmir14°C
  • Berlin6°C

KÜRT SORUNUNDA GERÇEĞE DÖNÜŞ...

Fehim Işık

12 Kasım 2011 Cumartesi 15:33

Gündem alabildiğine yoğun. Bir yandan KCK tutuklamaları almış başını gidiyor. Cezaevindeki tutuklu sendikacıların sayısı bir sendika kurmaya yetecek sayıya ulaşmış. Seçilmiş siyasetçilerden düz ovada siyaset yapanına, yazarından akademisyenine, öğrencisinden kadınına ve gencine binlerce insan dört duvar arasında. Kürtler arasında sistemden ayrılma tartışmaları yeniden başlarken, BDP’yi de parlamento dışına çıkarmaya dönük çağrılar arttı, artıyor.

Gündem bu kadar yoğunken, hükümetin ve medyanın dört gözle beklediği, adeta kurtarıcı gibi sarıldığı Barzani de bayramın hemen öncesinde Türkiye’ye gelip döndü. Bu geziden umduğunu bulamayan hükümet ve medya, kırmızı halılarla ‘Başkan’ sıfatıyla karşıladığı Mesud Barzani’yi yeniden ‘Kuzey Irak yönetiminin başındaki adam’ olarak anmaya başladı.

Gündemin ana akım medyaya yansımayan, sadece dış basının bir kesimi ile Kürt basınına yansıyan facialarından biri de ordunun operasyonlarında kimyasal silah kullandığı iddiası... Bu iddia öyle yabana atılacak bir iddia da değil. Onlarca Kürt gencinin bombalarla parçalanmış, kömürleşmiş bedeni ile operasyondan sağ kurtulan gerillaların anlatımları orta yerde duruyor. Türkiye kamuoyu, medyası, hükümeti bu gelişmeye kör ve sağır... Dışarıda ve içerde ise bu iddia henüz haber düzeyini aşamamış durumda.

Umutsuzluğun giderek arttığı bu ortamda, sağırlara, körlere neyi, nasıl ve nerden başlayarak yeniden anlatmalı?

KCK operasyonlarının can alıcı noktasından başlayalım. Başbakan sadece KCK’lileri değil, KCK operasyonlarını kınayanları da tehdit ediyor. KCK’nin alternatif bir devlet yapılanması olduğunu iddia ederek, herkese parmak sallıyor. Peki sayın Başbakan bunu yeni mi tespit etti? MİT yetkililerini PKK/KCK yetkilileri ile görüşmeye gönderen, görüşme sonuçlarından yola çıkarak Habur’da mahkeme kurduran da bizzat kendisi değil mi? Türkiye’de haksızlığa, hukuksuzluğa karşı çıkanlara parmak sallayacağına önce görüşmeleri niçin o seviye taşıdığını ve sonra birden bire niçin kestiğini, yeniden kör bir şiddete, red ve inkara yöneldiğini açıklasın.

Peki şu KCK operasyonlarının yargı eliyle yürütüldüğünü iddia edenler, başbakanın parmak sallayarak anlattıklarından sonra bu operasyonların hala yargı eliyle yürütüldüğüne inanmamızı bekliyor musunuz?

Bu yeni konseptle bağlantılı değerlendirilmesi gereken bir olgu da şu; geçenlerde bazı ‘akiller’ de bunu yazdı. Emre Uslu bu ‘akillerin’ en hararetli kalemşoru. Bunların dediğine göre KCK operasyonları tam hız sürerken, PKK’de en geç Mart 2012’ye kadar Kandil’e gömülecekmiş. Daha önce defalarca yazmıştık, yazılmıştı. Bir kez daha yazalım. O dağları bilmeyenler, Emre Uslu gibi hariçten gazel okuyanlar tribünlere oynayıp kahinlik yaparak bunu söyleyebilirler. Ama yıllardır o dağlarda savaşan bir orduyu yöneten, bir diğer deyimle o dağların gerçekliğini en iyi bilen ordunun komuta kademesi, devlet ve hükümet yetkilileri bu yalana nasıl inanırlar? Hadi gözleri kör, kulakları sağır ve ‘akillerin’ de gazına gelerek inandılar. Peki gözlerinin içine baka baka, o dağlarda 40 yıl mücadele veren bir peşmerge kimliğiyle bunu bir kez daha kulaklarına söyleyen Barzani’ye de mi inanmazlar?

Ola ki herkes yalancı. O dağların zapt edilemeyeceğini söyleyenlerin her biri sadece Kürtlerin çıkarına konuşuyor ve bu gerçeği en iyi bilenlere, devlete, hükümete, orduya, ‘akiller’e yalan söylüyor. ‘Yalancılara’ inanmayan devlet, hükümet ve ordu da Kazan vadisindeki gibi yaparak Irak Kürdistanı dağlarına girdi ve tüm gerillaları kimyasallarla, misket bombalarıyla, napalmlarla yok ettiler. Binlerce kömürleşmiş Kürt gencinin cesedini getirip ‘Vatan Bir Bütündür Parçalanamaz’ sloganının önünde teşhir ettiler.

Sahi bunu yaparak vatanın korunacağına, ‘bir bütün’ kalacağına mı inanıyorsunuz?

Şu artık somut; PKK de, diğer Kürt siyasetçileri de, Barzani de, aklı başında herkes de biliyor ki Kürt sorunu silah ve şiddetle çözülecek bir sorun olmaktan çıkmış durumda. En nihayetinde bu sorun masaya yatırılacak ve taraflar üç aşağı-beş yukarı pazarlık ederek sorunu çözme girişimlerini başlatacaklar, müzakere edecekler. Bilinen şu: Artık ne ordu Kandil’i yerle bir edebilir, ne de PKK bu saatten sonra Kürdistan’ın bir bölgesini veya tamamını kurtararak tamamen kendi emrinde bir otorite kurabilir.

Hükümet bu aşamaya gelen onlarca yıllık devasa bir sorunu sadece bireysel kimlik hakları çerçevesinde ele alıp çözemez.

Kürt sorunu bir statü sorunudur ve Kürtler hak ettikleri statüyü elde etmeden sorun çözülmüş olmaz.

Eleştiriler hem içerden hem dışarıdan gırla. Kürtlerin statü talebine ‘PKK yöneteceği bir toprak istiyor’ diyerek, hem Kürtlerden, hem de Kürtlerin dışındaki kesimlerden karşı çıkanlar var. Kürtlerin federatif veya özerk, sonuçta kendilerini yönetecekleri bir toprak parçası talep ettikleri doğru. O toprak parçasını elbet bir siyasi parti yönetecek. Bugün Türkiye’yi AKP yönetiyor. AKP’yi beğenmeyenler, muhalefet ederler; olması gereken bu. Ama ‘Niçin AKP yönetiyor?’ diye hesap sorma hakkına sahipler mi? ‘İyi-kötü’ seçimler var ve AKP iktidar partisi.

Irak Kürdistanı Federe Bölgesini KDP ve KYB birlikte yönetiyor. KDP ve KYB’yi beğenmeyenler yönetime muhalefet ediyorlar. Tüm bunları demokratik zeminde yapıyorlar ve etkili de oluyorlar. Federe Bölgede yapılan son seçimlerde muhalefet yüzde 25’e yakın oy aldı. Bu da olması gereken...

Peki aynı şey Kuzey Kürtleri için neden hoş karşılanmaz, makul görülmez?

Kuzey’deki Kürtler de kendilerini yönetirken elbet yöneticilerini seçecekler. Kahin olup, ‘Yönetecek olanlar şunlardır, bu yüzden statü talebi karşılanmaz, karşılanmamalı,’ demek gerçekçi mi?

Hükümet bu noktada bile değil. Başbakan’ın 2005’te “Kürt sorunu benim sorunumdur,” dediği noktadan, 2011’de İçişleri Bakanı’nın “Sorun mu var? Arıyorum, ama bulamıyorum!” noktasına geldiler.

Bulamadıkları bir sorun için elbet çözümleri de olmaz. Sorunu bir asayiş sorunu gibi algılar ve onlarca yıldır denenmişi, denedikleriyle kalma pahasına bir daha denerler. Olan ise gariban gençlere olur.

Sorun böyle devam etmez, etmemeli...

Kör şiddete artık son verilmeli...

Daha hayatlarının baharında dağlarda yaşamını yitiren Mehmet’in de, Azad’ın da tüm vebali Türkiye’yi yönetenlerin boynundadır.

Kandil’i bitirecek olan da, sorunu çözecek olan da çözüm için tercih edilecek yol ve yöntemlerdir.

Bu yol ve yöntemler şiddeti dışlamadıkça, diyalog ve müzakereye açık olmadıkça çözüm yoktur; sadece ölüm vardır.

Ölümün kol gezdiği bir ülkenin geleceği ise karanlıktır. Sadece bir kesime değil, herkese karanlıktır...

Özgür ve mutlu bir ülke isteniyorsa, herkes hayal dünyasından çıkıp gerçeğe yeniden dönmeli...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.