KÜRT SORUNU NEDEN ÇÖZÜLMÜYOR?
Ali Bayramoğlu
07 Şubat 2012 Salı 00:28
Güneydoğu'da üç beş eşkıya ayaklanmıştır, Kürtler üzerine baskı kurmuş, dış destekle terör faaliyetine girişmiştir. Dış destek çekilirse devletin bu eşkıyayı bitirmesi ve Kürtlerin PKK'ya mecbur kalarak verdikleri desteğin sona ermesi an meselesidir...
Kamuoyu yıllarca bu açıklamaları dinledi.
1999'da Öcalan yakalanınca yaygın kanaate göre devlet haklı çıkmıştı. Elebaşı ele geçmiş ve isyan bastırılmıştı.
Türk kamuoyu için Kürt sorunu tartışmaları o tarihten 2000'li yılların ortasına kadar Öcalan ismi etrafında devam etti.
İlk hata burada yapıldı...
Zira çatışmaların dinmesi, bir isyanın bastırılmasından çok, Öcalan'ın hapiste ve rehin olmasıyla yakından ilgiliydi.
Yeni bir sayfa açılmıştı.
Irak'ta Kürtler açısından yeni cazibe merkezinin oluşması, ayrıca Öcalan'ın hapiste bulunması bir yandan örgüt içi çekişmelere, iktidar kavgalarına "Kürt politik alanının daha çok kendi iç meselelerine yönelmesi"ne yol açtı.
Diğer yandan Öcalan'ın kendi koşullarıyla bağlantılı olarak İmralı'dan ortaya attığı demokratik cumhuriyet, ekolojik demokrasi gibi yeni politik formüller Kürtleri bir süre silahın ve silah fikrinin dışında tuttu.
Ve bunlarla eşanlı olarak Kopenhag kriterleri etrafında özgürlük ve hak alanı genişlemeye başladı.
Tüm bunların ortak bir sonucu oldu: Örgütün sıkışıklığına rağmen Kürt siyasi hareketinin alanı genişledi: Uluslaşma süreci devreye girmeye başladı. Taleplerin taşıyıcısı bir süre örgütten çok mitinglerle, bildirilerle, üniversite ve sokaktaki eylemlerle bölgenin siyasi partileri, sivil örgütleri, aydınları ve toplumsal kesimleri oldu.
Resmi otorite ikinci hatayı burada yaptı ve bu gelişmeleri doğru okuyamadı.
PKK'nın silahlı eylem yapmamasını yeterli ve sorunun sönümlenmesi olarak kabul etti. Ve önündeki büyük bir fırsatı kullanamadı. Bu fırsat Kürt sorununun belirli kültürel ve siyasal haklar çerçevesinde çözüme bağlanmasıydı...
Peki madalyonun diğer yüzü? Ya da Kürtler?
Kürt hareketinin de demokratikleşme hamleleriyle önüne çıkan fırsatı tam olarak algıladığı ve kullandığı söylenemez... Nitekim Kürt siyasi hareketinin aktörleri demokratik alan genişlemesini, sadece kendi hareket alanlarının genişlemesi olarak algıladılar.
Kürt siyasi hareketinde dışa dönük talepler artan oranda demokrasiye vurgu yaparken, iç siyasi doku da artan oranda demokrasi fikrinden uzaklaştı. Adeta çatışma sonrası bir "iktidar restorasyonu" aşaması yaşandı ve bu aşamada "Kürt siyasi alanı kendi içinde daha monolitik, daha korporatist ve daha otoriter bir yapı üretti". Bölgede her hangi bir kişinin siyasi varoluşu ve siyasi hareket alanına sahip olması bu yapıya biat etmesiyle mümkün hale geldi.
Toplum tarafından taşınmaları ve ifade edilmelerine rağmen toplum tarafından üretilmediği oranda, çözüm formüllerinin daha siyasi nitelik kazanmasına, taleplerin tepeden şekillenmesine, kültürel hakların azımsanmasına, Kürt politikasının Türkiye politikasından ayrışmasına yol açtı.
Bu gelişmelerin bugün iki önemli sonucu var.
İlk, Türk kamuoyunun Kürtlerin ortak siyasi taleplerini ve uluslaşma sürecini fark etmesi ve buna tepki duymasıdır. Bu tepki bugün siyasi iktidarın asli politik cihazı haline dönüşmüş, asayiş politikalarına mutlak geri dönüşü önemli ölçüde beslemiştir.
İkincisi, Kürtlerin, verili bir formülü siyasileştirirken, toplumsal talepleri tekilleştiren, otoriter siyasi yapıyı yeniden üreten ve Kürtlük üzerine kurulu bir tarih inşasını besleyen modern milliyetçi bir dalga tarafından kuşatılmışlardır.
Elbet başladığımız yerde değiliz, ama Kürt sorunu açısından zaman zaman kendi etrafımızda döndüğümüz kaygısına kapılmamak mümkün değil...
Tek fark dönüşte dairenin biraz daha geniş olması...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.