24 Kasım 2024
  • İstanbul6°C
  • Diyarbakır9°C
  • Ankara0°C
  • İzmir6°C
  • Berlin5°C

KÜRT SORUNU HER ŞEYDEN ÖNCE BİR DİL SORUNUDUR

Ahmet İnsel

28 Ekim 2014 Salı 08:11

HDP’nin Yüksekova’da çarşı iznine çıkmış, sivil elbiseli ve silahsız, askerlik görevini yapmakta olan üç erin, yakın mesafeden ve arkadan ateş edilerek öldürülmesiyle ilgili, ölenlere başsağlığı dileyen ve gelişmeleri endişeyle izlediklerini belirten mesajı, sadece hükümet çevrelerinde değil, ulusalcısından aşırı milliyetçisine kadar çok geniş bir çevrede infial yarattı. Çünkü mesaj şu cümle ile başlıyordu: “ 23 Ekim’de Kağızman’da 3 HPG gerillasının infaz edilmesinden sonra, bugün de Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde 3 asker öldürüldü.” Yanlış değil ama son derece sorunlu bir cümle.

Önce Kağızman’daki ölümlerin hangi koşullarda gerçekleştiğini hatırlatalım. 23 Ekim günü Kağızman’a 15 km. mesafede inşa halinde bir hidroelektrik santraline saat 20 civarında 4 kişi gelerek, bekçi kulübesini ve orada bulunan araçları yaktı. İhbar üzerine yola çıkan jandarmanın şüpheli aracı durdurmak istemesi sonucu çıkan çatışmada, araçtaki 3 kişi öldü, biri kaçtı. Jandarmanın verdiği bilgiye göre araçta 4 kalaşnikof otomatik silah ve el bombaları bulundu. HDP bildirisinden ölen 3 kişinin HPG gerillası olduklarını öğrendik.

Olayları, elimizdeki bilgilerle sınırlı olarak, mümkün olduğu kadar nesnel biçimde anlatmaya çalışmamın nedeni, HDP bildirisinde olduğu gibi, aynı cümle içinde ve seçilen kelimelerle yer almasının, çözüm sürecinin çözülememesinin nedenlerinden biri olduğunu göstermektir. Bir yanda infaz edildiği belirtilen ama sonuçta kendi yaptıkları, cana değil ama mala yönelik bir şiddet eylemi sonrasında güvenlik güçleriyle girdikleri çatışmada ölen, silahlı kişiler var. Bu kişilerin, öldürülmeden yakalanmalarının mümkün olup olmadığını bilmiyoruz ama söz konusu olan bir araçta dört otomatik tüfekli ve gerilla nitelikleri kabul edilen dört kişi. Diğer tarafta çarşı iznine çıkmış, silahsız ve sivil 3 er var. Göze göz, dişe diş mantığı içinde mi, yoksa bu ölümleri PKK’nın üzerine atmak için başka eller tarafından mı vurulduklarını bilmiyoruz. Ama her durumda eğer infaz kelimesini kullanmak gerekiyorsa, askerlik görevini yapan 3 erin infaz edilmiş oldukları kesin.

HDP bildirisi, niyetinin tam böyle olmadığına inanmak istesek de, bu iki olayı birbirine ima yoluyla bağlayarak, yangına körükle gidiyor. Bildirinin geri kalanında söylenen ve bütünüyle katıldığımız tüm değerlendirmelerin gölgede kalmasına, zaten böyle bir fırsat bekleyen çevrelerin “bak işte, görüyorsunuz” demesine yol açıyor. Ertuğrul Kürkçü’nün Hürriyet’te yayımlanan, gerçekçi ve dikkatli söyleşisinde, bu konu söz konusu olduğunda “retorikle değil özle uğraşma” çağrısı yapması yeterli olabilir mi? Sonuçta, başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, AKP yönetiminin seçtiği kelimeler, söylediklerinin içeriği ve biçimi, yani bu konudaki retoriği çözüm sürecini gerçekten yaptıklarından çok daha fazla baltalamıyor mu? O zaman neden “PKK ve IŞİD aynıdır?” cümlesine bu kadar önem atfediyoruz ki?

Toplumun histeriye sürüklenmesini isteyenlerin eline böyle bir fırsatı veriyor olmanın da sorumluluğu olmak gerekir. Ertuğrul Kürkçü, HDP’nin halkı sevk ve idare edecek kadar güçlü olmadığını hatırlattı. Bu önemli ve ciddiyetle üzerinde durulmayı gerektiren bir tespittir. Ne var ki burada söz konusu olan kendi dilini sevk ve idare etmektir. Tam da pusu ve misillemelerin gündeme geldiği, Kürt sorununun çözümünü baltalamak isteyen çok farklı çevrelerin ellerini ovuşturdukları bir dönemde, kullandıkları kelimelerin ağırlığını ölçecek bilgi ve olgunlukta olduklarından emin olduğumuz HDP yönetiminin, yanlış kurulan infaz denklemini düzeltmesi beklenir.

Yüksekova’da 3 askeri öldürenler bunu intikam için yapmışlarsa, Kürkçü’nün tam da dediği nedenle, “açık bir politik partinin kendi politik pratiğinde şiddet arasında sonsuz bir mesafe olması gereği” nedeniyle, bunu daha fazla yapması gerekir.

Dün Radikal’de yayımlanan söyleşisinde Mithat Sancar, Kürt sorunu ancak demokrat olan bir iktidarla müzakere edilir iddiasının yanlışlığını ve bu iddianın arkasında yatan, Kürt sorununun çözülmemesinin AKP iktidarını yıpratması beklentisine işaret etti. AKP iktidarıyla çözüm sürecini müzakere etmek için onun önce demokrat olmasını talep etmek, çözümü istememek veya çözümün olası sonuçlarından korkmak anlamına gelir. Ayrıca, savaşın geri gelecek olmasının AKP iktidarını zayıflatacağını zannetmek, insan yaşamı üzerinden oynanan son derece sinik bir tavır olduğu gibi, doğruluğu da tartışmalıdır.

Buna karşılık, iktidarın otoriter yüzünü, fırsatçılığını, demokrasi düşmanı eğilimlerini eleştirmenin karşısına sürekli çözüm sürecini çıkarmak, bu eleştirileri darbe imalarıyla gayrı meşru ilan etmek de, çözümün köküne kibrit suyu dökmek demektir. Çünkü Kürt sorununun barış ve eşitlik içinde çözümü hedefleniyorsa, bunu demokrat olmayan meşru bir iktidarla müzakere etmek mümkündür ama barışı gerçekten hayata geçirmek mümkün değildir. Zaten Türkiye’de Kürt sorununun çözümünü samimiyetle arzulayan demokratların bu tavrının arkasında sadece daha fazla insan ölmesin beklentisi değil, Türkiye’de demokrasinin gerçekten yerleşmesi için bu sorunun barış içinde çözülmesinin yeterli değil ama olmazsa olmaz bir şart olduğunun bilincinde olmaları vardır.

Kürt sorunu sadece bir dil sorunu değildir ama şu son örneklerin yeniden gösterdiği gibi aynı zamanda büyük bir dil sorunudur. Barışın dilini karşılıklı olarak bulamama sorunudur. Barışın dilini kullanmayı zaaf, küçük düşme, altta kalma, erkeklik kaybı, otorite yitimi zannetme sorunudur.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.