KÜRT SORUNU DA TRUMP’I BEKLİYOR
Ali Bayramoğlu
12 Kasım 2016 Cumartesi 03:21
Türkiye’nin gerek iç siyaset gerekse Orta Doğu’daki politikalar itibarıyla en çetrefilli sorununun Kürt meselesi olduğuna şüphe yok. İki yıllık bir aranın ardından 2015 temmuz ayında yeniden başlayan çatışmalar binlerce insanın ölümüne yol açtı, yüzbinler evlerini terk etmek zorunda kaldı.
Şiddet eylemleri ülkeyi hala sarsmaya devam ederken, yasalar ve politikalardaki otoriter doz da giderek artıyor. 15 Temmuz darbe girişimi vesile edilerek, Kürt hareketini temsil eden yayın organları, dernekler kapatıldı. Kürt milletvekillerinin bir kısmı tutuklandı.
Asayiş dalgası dış politikayı da kaplıyor. Türkiye’nin PKK’nın uzantısı olarak gördüğü Suriye’deki PYD varlığıyla mücadelesi, dış politikasının sınır ötesi askeri müdahalelere yol açacak oranda keskin ve temel unsurlarından birisi haline geldi. Oysa AKP’nin öyküsü farklı başlamış, sorunu reformlarla ve siyaset yoluyla çözmeye, bu denli ciddi yönelen ilk Türk siyasetçi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmuştu.
2002 kasımda iktidara gelen Erdoğan’ın ilk iki yılı, Kürt meselesi açısından rahat geçti. Öcalan 1999’da yakalanmış, ülkede dört yıl silah sesi duyulmamıştı. 2004 PKK’nın kendisini yeniden gösterdiği ve çatışmaları başlattığı yıl oldu.
Erdoğan’ın buna tepkisi hızlı oldu. Birkaç ay sonra Erdoğan Ankara’da başbakanlık binasında, aralarında benim de bulunduğum sivil bir heyetin temsilcilerine şunları söylüyordu: “Geçmişte yapılan hataları yok saymak büyük devletlere asla yakışmaz. Devlet özür dilemesini bilir. Herkesin birinci sınıf vatandaş olması, ülkemizde özgürlüklerin tam hâkim olması (...) benim ve arkadaşlarımın aşkıdır, sevdasıdır, rüyasıdır.” Bu sözleri ertesi gün Diyarbakır’da halkın önünde de tekrar etti. Tarih 12 Ağustos 2005’ti ve bu tarih, Kürt açılımı olarak adlandırılan bir dönemin başlangıcı oldu.
Bu tarihten itibaren iki hat iç içe girecekti: “Reform-diyalog hattı” ile “inişli çıkışlı seyreden çatışma hattı”.
AKP 2006’dan itibaren önce Kürtçe televizyon yayını, Kürtçe seçme ders gibi konular üzerinden genel bir demokratikleşme paketiyle yol aldı. Buna Güneydoğu bölgesine yönelik yatırım ve kamu hizmeti çabalarını ekledi. Bunlar yeterli olmayınca, şiddet dinmeyince, bu kez diyalog kapısını açtı. 2008-2011 arasında Oslo görüşmeleri olarak bilenen, PKK yöneticileri ve devlet temsilcileri arasındaki gizli temaslar yapıldı. Bu çaba da istenilen sonucu vermedi. Bu temasların noktalanmasıyla başlayan 18 ay sürecek kanlı, tahammülü zor, bedeli ağır çatışma evresinden sonra, AKP kritik eşiği geçti ve 2013’de “barış süreci”ni başlattı.
Devlet ile PKK lideri arasında temaslar ilk kez resmileşiyordu. Nitekim önce Öcalan ile MİT arasında görüşmelerin yapılmakta olduğu ilan edildi. 21 Mart 2013’te Diyarbakır’da 1 milyon kişinin önünde Öcalan’ın Kürtler için silahlı dönemin bittiğini, yerine siyasi dönemin başladığını vurgulayan, gerillaların Türkiye sınırları dışına çekilmesi gerektiğini söyleyen mektubu okundu.
Dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin barış sürecini, PKK güçlerinin Türkiye’yi terk etmesi, demokratikleşme ve entegrasyon başlıklarıyla üç kademeyle tanımladı. Ardından Türkiye’ye barış sürecinin önemini anlatacak, aralarında benim de bulunduğum 63 kişilik Akil İnsanlar Heyeti kuruldu. PKK güçleri mayıs 2013’ten itibaren Türk topraklarını terk etmeye başladılar.
Bu süreç başladıktan yaklaşık bir buçuk yıl sonra, bu sürede yaşanan tüm krizlere rağmen barış treni yola devam etmekteydi. Bu duruma, 6 Haziran 2014 tarihinde bir Kürt çalıştayında çözüm siyasetinden sorumlu Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın şu sözleri tanıklık yapıyordu: “İmralı'dan gelen mesajlarla bizim düşüncelerimiz örtüşüyor. Çözüme yakınız. Yeni bir yol haritası üzerindeyiz. Sürece yeni bir ivme kazandırma çalışması içindeyiz.”
O halde, barış süreci neden başarısız oldu? Başarısızlığın iki temel nedeninden söz edilebilir.
İlki tarafların “paradigma” ve “siyasi irade” farklılıklarıyla ilgiliydi. Tarafların çözüm sürecine verdikleri anlam ve bu süreçten beklentileri arasında büyük bir mesafe bulunuyordu. AKP sistemin demokratikleşmesinin Kürt sorununu ortadan kaldıracağını umuyor, Kürt kimliğinin ifadesiyle ilgili iyileştirmelere karşılık PKK’nın silahlı mücadeleden vazgeçmesini bekliyordu. Kürt tarafının hedefi ise önce Kürtlerin temsilcisi olarak masada olmak, ardından siyasi özerklik, ana dilde eğitim ve Öcalan’ın affıydı.
Bu beklenti farkı, daha ilk günden itibaren gerilimlere, güvensizlik krizlerine yol açtı. PKK askeri güçlerini Türk topraklarından çekmeyi ağırdan alıyor, devlet ise PKK’lıların çekildiği yerlere askeri tahkimat yapıyordu. Siyasi iktidar karşı tarafın taleplerini görmezden geliyor, vatandaşlık tanımı, yerel yönetimler reformu gibi hassas konular gündeme hiç gelmiyordu. PKK ise ilk fırsatta askeri güçlerini çekmeyi durdurarak, süreci iyice yavaşlatma kararını alıyor, çatışma tehdidine dayalı tutuma geri dönüyordu.
Bunun yanında AKP ise çözüm sürecinin siyasi maliyetini hissediyor ve kendi açtığı barış sayfasından endişe duymaya başlıyordu. Nitekim, 2015 genel seçimlerinde kaybettiği dokuz puanlık oyu bu duruma bağladı ve başlattığı barış sürecine olan mesafesi biraz daha arttı.
Ancak başarısızlığın asıl nedenini Orta Doğu’daki denge değişiklikleri oluşturdu. Bu değişiklikler endişelerin, güvensizliklerin ve beklenti farklarının infilakına yol açtı.
Suriye iç savaşı bu ülkenin, sosyolojik açıdan Türkiye Kürtleriyle, siyasi açıdan Türkiye’nin hâkim Kürt hareketi PKK'yla iç içe olan kuzeyinde, diğer bir ifadeyle Türkiye sınırı boyunca bir Kürt siyasal alanının oluşmasına zemin hazırladı.
Bu durum, Kürt tarafında beklentileri besledi. Bu bölgeye yerleşme ve kökleşme imkânları bulan Kürt hareketinin stratejisini etkiledi. Zamanla İŞID tehlikesi karşısında Kürtler yerel güç olarak uluslararası koalisyonla iş birliğine girdiler ve meşruiyet imkânları yakaladılar. Kürt hareketi için Kuzey Suriye'de sınırın doğu ucundan batı ucuna uzanacak bir koridor, Türkiye’deki Kürt meselesi kadar, belki stratejik olarak daha çok önem kazanmıştı.
2015 temmuza geldiğinde Türkiye’nin Kürt meselesinin artık biri Türkiye’de diğeri Suriye’de olmak üzere iki ayrı merkezi vardı. PKK için Kuzey Suriye ve Türkiye’nin Güneydoğu’su bir bütün oluşturuyordu. Kürt talepleri, iddiaları ve beklentileri, örneğin silahlı özerklik ilanlarıyla Türkiye’de izlenen strateji, bu yeni duruma göre şekillenmeye başlıyordu.
Bu gelişme ve umutların Türk tarafında yerleşik siyasi algıda tek karşılığı vardı: Endişe ve bölünme korkusu. Nitekim 19 Mayıs 2015’te dönemin Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı benim de aralarında olduğum gazetecilere verdiği kapalı bir brifingde, Kürt meselesinin gerek tanımı gerekse çözümü itibarıyla dış politik bir ağırlık kazandığını, PKK’nın Türkiye karşıtı ittifaklarda yer aldığını, kullanıldığını söylüyor, bunlar karşısında iç siyasetin ve çözüm sürecinin işlevinin zayıfladığını hatırlatıyordu.
Bunlar, Türkiye’nin ülkede ve bölgede izlediği Kürt politikasının kimi şifreleri.
Gelecek hakkında ne söylenebilir?
Gelinen noktada Türk siyasetinin barış defterini kapatarak en önemli demokratik itici gücünü kaybettiğine şüphe yok. Ayrıca Kürt meselesinde otoriter politikaların demokrasiyi daha da harap ettiği ortada.
Çözüm ve siyasete dönüş ise bu koşullarda sadece iç siyasi gelişmelerle mümkün görünmüyor. Türkiye’nin Kürt sorunu artık bir bölge sorunu, çözümü de bölge dengelerine bağlı... Pek çok sorun gibi Kürt sorunu da Trump’ın işe başlamasını bekliyor.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.