KÜRT SİYASETİ AKILLI OLAMAZ MI?
Etyen Mahçupyan
28 Kasım 2012 Çarşamba 06:14
Kürt kimliğini taşıyan insanlar herhalde hükümete duydukları öfkenin bir an için azaldığı anlarda şu basit gözlemi yapmadan edemiyorlardır: ‘Hakları devlet tarafından sistematik ve gayri meşru bir şekilde gasp edilmiş olan bir halkız.
Obama'nın başkan olabildiği, AB kriterlerinin evrensel etik normlar seviyesinde saygı gördüğü, demokratik katılım mekanizmalarının her coğrafyada talep edildiği ve doğru bulunduğu bir dünyada yaşıyoruz. Yani Kürtlerin haklarının er geç elde edileceği ve bunun siyasetin verdiği imkânlarla hızlandırılabileceği çok açık. Ama içimizden çıkarabildiğimiz ve Kürt siyasetine egemen olan tek hareket, neredeyse tüm dünyanın terörist listesinde...'
Eğer bugün Türkiye yalnızlaştığı bir dış konjonktürün içinde olsa, ABD ile sorunlar yaşasa, Batı'dan gerçek anlamda kopma noktasında bulunsa belki dünya koşullarını bir yana itip ‘haklı bir savaş' görüntüsü verilebilirdi. Ancak herkesin terörist listesinde yer almış olmanın zaten ima ettiği bir gerçek var: Dünya ülkeleri Türkiye'ye böyle bakmadıkları gibi, belki de sırf Türkiye ile iyi geçinmek için Kürt siyasetini terörist konumunda algılıyorlar. Nitekim muhtemelen birçok Kürt, yaşanan durumu böyle yorumluyor… Ama garip bir biçimde buradan sadece ilave mağduriyet duygusu devşiriyor ve meselenin siyaset üretememek olduğunu idrak edemiyor.
Oysa Türkiye'nin konumu Kürt siyasetinin önüne muhteşem bir fırsat çıkarmış durumda. Düşünün ki bugün hükümette askerî vesayetle ancak baş edebilmiş gözüken, bürokrasiye hâlâ hakim olamamış, bekası epeyce kırılgan olan ekonomik başarısına endekslenmiş, oy kaybından son derece korkan, bir seçim başarısızlığının bile her şeyi geriye döndürebileceğinin farkında olan, öte yandan zihinsel sekülerleşme yolunda giden ve yüzleşmelere açık duran bir İslami kesimin taşıyıcılığını yapan ve onları tarih önünde başarısız kılmanın yükünü taşıyamayacak bir iktidar var. Ve bu iktidar başa geldiği günden bu yana Kürt meselesinin ne denli kritik önemde olduğunu biliyor. Bu meselenin demokratik bir biçimde, kalıcı ve herkes için tatmin edici sonuçlarla halledilmesinin, askerî vesayeti nihai olarak bitirmenin, demokrasinin en azından formel olarak yerleşmesinin ve bunun kendi uzun vadeli iktidarlarını sağlamanın koşulu olduğunun farkındalar.
İstedikleri tek bir şey var: Çözümü öyle adımlarla atmak ki, seçim kazanmaya ve iktidar olmaya devam etsinler. Bu durum Kürt siyasetinin elini olağanüstü güçlendiriyor ve itiraf etmek gerek ki önceki dönemdeki şiddet stratejisinin bu momentte bir avantaja dönüştürülmesi imkânı doğuyor. Çünkü şiddetten vazgeçmek aslında sağduyulu bir Kürt siyaseti için aklın gereği olsa da, pazarlık masasında şiddetten vazgeçmek hükümete verilen bir tavizdir ve böylece Kürtlerin haklarını elde etmesi yönünde ilave bir unsur haline gelebilir. Bu ise şiddeti yürütmekte olan PKK'ya doğal olarak ek bir hareket alanı açacaktır…
Kısacası devletten ateşkes ve ardından silah bırakma teklifi geldiği andan itibaren, PKK'nın elinde bugüne kadar hiç olmayan bir siyasi gücün oluşacağını tahmin etmek zor değil. İşin garibi, hükümet utangaç bir edayla tam da bunu yaptı. Ateşkesten söz etmeyip silah bırakmayı teklif ederek devletin ‘onurunu' korudu. O noktada eğer PKK süresiz ateşkese hazır olduğunu, karşılığında reformların zaman cetvelinin ve yeni dönemin siyaset koşullarının topluma deklare edilmesini talep ettiğini söyleyebilseydi, şimdi reformların detaylarını konuşuyor olurduk ve muhtemelen çoğu kimse Öcalan'ın tecrit altında tutulmasının anlamsızlığını görürdü. Diğer taraftan eğer hükümet bu çağrıya olumlu cevap vermeyecek olsaydı, o zaman da hem PKK'nın şiddet stratejisi zımnen onaylanır, hem de yurtdışında PKK'ya bakış çok yumuşardı.
Kısacası PKK'nın ne yapsa kazançlı çıkacağı, Kürtler üzerindeki etkisini tescil ettireceği, üstelik Kürtlerin temel haklarını alması yolunda hızlanmanın sağlanacağı bir büyük fırsat doğmuştu. Eğer mesele ‘statü' ise şu soruyu sormak gerekirdi: Acaba Kürtlerin hayal ettiği ‘kendini yönetme' statüsünü elde etmek, tescilli bir terörist örgüt olunduğunda mı, yoksa Türkiye hükümetinin muhatap aldığı ve siyasetiyle bu konumu hak eden bir örgüt olunduğunda mı daha kolay ve gerçekçidir?
Bugün yine aynı noktadayız… Kürtlerin ve Kürt siyasetinin düşünme zamanı gelmedi mi hâlâ? Bu kadar haklı bir konumdayken, o hakların toplumun geneli nezdinde meşruiyet zaafı içermesine neden olmak akıl kârı mı? Yol alıp iş çıkarmak varken cemaatçi bir hazla yetinmek anlamlı mı?
Zaman
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.