KÜRT SATRANCI
Hilmi Yavuz
03 Mart 2013 Pazar 08:33
AK Parti iktidarının ‘Demokratik Açılım’la başlattığı ve gerek hükûmet kesiminin ve gerekse Kürt kesiminin, zaman zaman görülen hatalı davranışlarına rağmen, ısrarla yürüttüğü barış sürecinin, silahların değil de insanların konuştuğu bir aşamaya gelmiş olmasından Türkiye Cumhuriyeti’nde herkesin memnunluk duyması gerekir.
Evet, silahların değil, insanların konuştuğu bir aşama! Ve en az bunun kadar önemlisi, askerin değil sivillerin konuşması… Ve yine en az bunun kadar önemli bir başka mesele: Görüşmelerin, gizlilikle değil, kamuoyunun bilgisi dahilinde yapılıyor olması… AK Parti iktidarı, İmralı’da sadece Abdullah Öcalan’la asker yetkililer arasında gerçekleşen gizli görüşmeleri, Oslo süreciyle hem Öcalan dışında PKK ile de masaya oturarak genişletmiş, hem de bu görüşmeleri asker yetkililerle de değil, kamu güvenliğinden sorumlu sivil yetkililerle yürütmeye başlamıştır. Önceleri, gizli yürütülen, ama daha sonra her nasılsa aleniyete intikal eden bu görüşmelerin, bu defa hem devletin hem de BDP’lilerin yetkilileriyle ve [bu, çok önemli!] kamuoyunun bilgisi dâhilinde gerçekleştiğini görüyoruz.
Bakınız, hükümet bu konuda son derece ihtiyatlı bir bilinçle, silahların değil insanların; askerlerin değil sivillerin; gizliliğin değil kamuoyu önünde aleniyetin hâkim oluşunu, aşama aşama yürütmüş; doğrudan Kandil’i muhatap almasa da, Öcalan vasıtasıyla PKK’yı da, dolaylı bir biçimde sürece dâhil etmiş görünüyor. Bu gerçekten çok önemli bir politik strateji başarısıdır! Nereden nereye, değil mi? Öcalan’la askerlerin yaptığı gizli müzakerelerden, Öcalan’la birlikte BDP’nin ve doğrudan olmasa bile Kandil’in devreye sokulduğu sivil ve alenî görüşmelere…
Üç BDP milletvekilinin Öcalan’la yaptığı görüşmelerin açıklanması, kim ya da kimler tarafından ve hangi niyetle sızdırılmış olursa olsun, Öcalan’ın ne düşündüğünün ve neleri önerdiğinin bilinmesi açısından yararlı oldu. [Ayrıca bu ‘sızdırma’nın, stratejik olarak, müzakerelerin hiçbir gizliliğinin kalmaması yönünde bir hazırlık aşaması olduğu da düşünülebilir!] Öcalan’ın, kendi deyişiyle ,‘Tayyip Bey’in başkanlığını destekle[diğini]’, ‘AKP ile bu temelde bir başkanlık ittifakına girebil[eceklerini], başkanlığınsa ‘ABD’deki gibi olma[sı] gerektiğinden yana olduğunu öğrenmiş olduk.
Öcalan’ın bu önerileri Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet yapısında, sadece Kürtleri değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesi ilgilendiren yapısal değişiklikler öneriyor: Özellikle başkanlık sistemini ve bu sistemin de özellikle ABD tipi bir başkanlık sistemi olması gerektiğini! Dahası, Öcalan, yine şunu da talep ediyor: ‘Devlet meclisi gibi bir Senato, […] Bir de halklar meclisi. ABD’deki Temsilciler Meclisi gibi…’
Öcalan’ın başkanlık sisteminin ABD tipi bir başkanlık sistemi olmasını, ısrarla isteyişini iyi analiz etmek gerekiyor. ABD tipi bir başkanlık sistemi, Senato ve Temsilciler Meclisi’yle birlikte federatif bir yapılanmayı, eyalet sistemini de birlikte getirir. Bir başka deyişle, Öcalan üç bilinmeyenli bir denklemin, ilk iki ögesini, yani başkanlığı, Senato ile Temsilciler Meclisi’ni telaffuz etmiş; denklemin üçüncü ayağını şimdilik anlamlı bir biçimde sükûtla geçiştirip boş bırakmıştır! Öcalan elbette, o boşluğun nasıl doldurulacağını bilmektedir: Federatif sistem! Zira başkanlık sisteminin [Rahmetli Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil hocamızın deyişiyle: ‘Şef Hükûmeti’nin], en mükemmel şekilde, ancak eyalet sisteminde hayata geçirilebildiğini iyi bilmektedir… ‘Federasyon’, ilk defa rahmetli Özal tarafından telaffuz edilmişti. O dönemde kamuoyunca onaylanması söz konusu olmayan eyalet sisteminin, bugün devam eden görüşmelerin hangi aşamasında gündeme geleceğini önceden kestirmek mümkün değildir.
Ama şunu söylemeliyim: Strateji satrancını hükümet de iyi oynuyor, Öcalan da!
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.