'KÜRT MESELESİYLE İLGİLİ BİR PROJEN VAR MI?'
İsmail Beşikci
04 Şubat 2020 Salı 11:35
İBV Mütevelli Heyeti Üyesi Celal Temel, CHP Milletvekili Muharrem İnce’yle yakın arkadaştır. Her ikisi de Fizik öğretmenidir. Öğretmenlikten, dersane yöneticiliğinden birbirlerini iyi tanımaktadırlar.
Muharrem İnce, 2002 de milletvekili seçilir. O sırada Mesut Yılmaz bağımsız milletvekilidir. Mesut Yılmaz, Muharrem İnce’nin ataklığını farkederek, mecliste, kendisiyle yaptığı bir sohbette, ‘Sen ilerde lider olacaksan, Kürt meselesiyle ilgi bir projen var mı? diye sorar. Sohbet bu çerçevede gelişir.
Eski Anavatan Partisi ve Başbakan Mesut Yılmaz’ın Muharrem İnce’yle yaptığı sohbet sırasında böyle bir konuyu gündeme getirmesi dikkate değer bir olaydır. Muharrem İnce’nin, arkadaşı Celal Temel’le yaptığı bir sohbette bu konuyu anlatması da önemlidir. Celal Hocanın, yıllar sonra bu sohbeti açıklaması da çok iyi olmuştur.
Celal hocanın yazısı, ‘Türkiye’de Derin Çizgide Hizalanmak’ başlığını taşımaktadır. Yazı hocanın facebook sayfasında yayımlanmıştır, (24 Ocak 2020) Yazı, ana sorunun kendisini etraflı, ayrıntılı bir şekilde açıklamaktadır. Derin devletin bilinmesi, bu konun analiz edilmesi kanımca çok önemlidir. ‘Türkiye’de Derin Çizgide Hizalanmak’ yazısı, bu yazıya ek olarak verilmektedir.
__________________
TÜRKİYE’DE DERİN ÇİZGİDE HİZALANMAK…
2018 yılında CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olan Muharrem İnce şöyle diyor:
“2002 yılında milletvekili olduktan sonra, bir ara, bağımsız Rize milletvekili olan eski başbakan Mesut Yılmaz ile meclisin arka sıralarında sohbet ediyorduk. Aktifliğimi gören Mesut Yılmaz, ‘Sen ilerde lider olacaksan Kürt Meselesiyle ilgili bir projen var mı?’ diye sordu.”
Bu ilginç yaklaşım, çok kimseye şaşırtıcı gelse de, Türkiye Devleti’ni yakından tanıyanlar, bu devlet içindeki Anti Kürt Derin Devlet yapısını iyi bilenler için bu şaşırtıcı değildir. Sayıları az da olsa, en az yüzyıldır Kürtlerin başına örülen çorapları bilenler, konunun derinlerdeki durumunu da iyi bilirler. Çok eskilere gitmeden, sadece son otuz-kırk yıllık süreçte, Türk devleti egemenlerinin, liderlerinin bu konudaki tutumlarını, çelişkilerini, açmazlarını, çok kısaca anlatmaya çalışalım.
Öncelikle şunu belirtelim; Türkiye’de “Kürt Sorunu”, “Kürt Meselesi” gibi adlarla ifade edilen konu, Kürtlerin yarattığı bir konu veya verdiği bir ad değildir; sorunu yaratanların verdiği bir adlandırmadır. Tarihi arka planı daha eskilere uzansa da, özellikle Lozan’dan itibaren, Kürt coğrafyasının, Kürdistan’ın, emperyalist güçler ve bölge güçleri tarafından paylaşılmasıyla ortaya çıkan ve günümüzde kronik bir hâl alan konudur. Gözlerden kaçırılsa da, saklansa da, Ortadoğu’daki bu günkü yangının en önemli sebebi de, bu durumdur; Kürtlere yapılan bu tarihi haksızlıktır.
Kürdistan’ın parçalara ayrılmasıyla meydana gelen bu tarihi haksızlığa, değerli sosyolog İsmail Beşikçi’nin dediği gibi uluslararası bir Anti-Kürd nizam yaratmıştır. Kürdistan’ın paylaşılması sorunu, yüz yıldır, en çok, Kürtleri kendi aralarında paylaşan Türkiye, Irak (İngiltere), İran ve Suriye (Fransa) devletleri egemenlerinin ve yöneticilerinin karşısına çıkmaktadır. Bu yöneticilerin bir kısmı, zaman zaman, bu oldu-bittinin karşısında şaşırmakta, ne yapacaklarını bilememektedirler. Türkiye’deki tüm sorunlara kaynaklık yapan konu, en çok da Türkiye yöneticilerinin karşısına çıkmaktadır.
Konumuza dönersek, konuya 12 Eylül Darbesi sonrasında Başbakan ve Cumhurbaşkanı olan Turgut Özal’dan başlayalım. 1983 yılında iktidara gelen Özal, bir taraftan yeni başlayan Kürt silahlı mücadelesini bastırmaya çalışırken diğer taraftan, liberal anlayışıyla, konunun, Türkiye’nin bütünlüğü içerisinde nasıl çözülebileceğini düşünüyordu. Kürt mücadelesini yürütenlerle, içerde, dışarıda ilişkiler geliştirdi. Zaman zaman askeri anlayıştan, derin çizgiden farklılıklar gösterdi ve bunu canıyla ödedi.
Doksanlı yıllardaki üç başbakan, Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller ve iki binli yılların başındaki başbakan Recep Tayip Erdoğan da sorunu kucaklarında buldular.
Doksanlı yılların başında, Turgut Özal’dan sonra başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapan, eski başbakanlardan, kurt politikacı Süleyman Demirel, “Kürt realitesini tanıyoruz.” demek zorunda kaldı ama o kadar. Derin Devleti, Derin Çizgi’yi iyi biliyordu, günün şartlarında durumu kurtarmaya çalıştı.
Süleyman Demirel’in başbakan olduğu 1991 yılında, başında bulunduğu Doğru Yol Partisi (DYP), Erdal İnönü’nün başında bulunduğu Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) ile koalisyon hükümeti kurdu. Erdal İnönü Başbakan Yardımcısı oldu. 1993’te, Özal’ın ölümü üzerine Demirel Cumhurbaşkanı seçilince, İnönü Tansu Çiller’in başbakan olduğu hükümette bir süre görev yaptı. Bilim adamı, Fizik Profesörü Erdal İnönü, bu sırada devletin derinliklerindeki kirliliği görünce sessizce sahadan ayrıldı.
Dönemin ünlü başbakanı Tansu Çiller, bir gün havada, uçakta, gazetecilere, “Kürt Sorunu” için, “İspanya’daki Bask-Katalan çözümlerini araştıracağız, örnek alacağız.” deyiverdi. Yere indiğinde derindekilerden büyük bir fırça yedi. Ne demek, Bask, Katalan? Derindekiler, söylediğinin bölünme anlamına geleceğini kendisine anlattılar ve onu hemen derin çizgiye çektiler. Çiller, söylediği sözün kefaretini ödemek için, en büyük ırkçılardan biri oldu; o dönemde Kürtlerin, faili belli veya meçhul cinayetlerle katledilmesinde başrol oynadı.
Muharrem İnce’ye, girişte belirttiğimiz sözleri söyleyen, ANAP’ın Özal’dan sonraki Genel Başkanı Mesut Yılmaz da, dönemin başbakanlarındandı. İlk başbakan olduğu günlerde Diyarbakır’a gitti ve“Avrupa Birliğinin yolu Diyarbakır’dan geçer.” dedi. Ankara’ya geldiğinde, derindekiler, “Özal’dan yanlış ders almışsın.” dediler ve o da Derin Çizgi’ye çekildi.
Doksanlı yılların sonlarındaki başbakanlardan Bülent Ecevit, derin çizgiyi de, ne yapacağını iyi biliyordu. Dönemin vekâletli, gariban başbakanı Yıldırım Akbulut’u saymaya gerek yok.
Hepimizin beraber gördüğü gibi, son olarak, günümüz cumhurbaşkanı (başkanı) Recep Tayyip Erdoğan da, ilk başbakan olduğu dönemlerde, Diyarbakır’a gidip, “Kürt Sorunu benim sorunumdur.” dedi. Kürt mücadelesini yürütenlerle, devlet yetkililerinin görüşmeler yapmasını sağladı. Daha da ileriye giderek “Kürt Açılımı” başlattığını, Kürt inkârının arttık son bulacağını belirtti. Bu bir süre devam etti; derindekiler yavaş yavaş onu da Derin Çizgi hizasına taşıdılar. “Kürt Açılımı” adlandırılması, önce “Demokratik Açılım”, sonra “Milli Birlik Projesi” diye değiştirildi. “Milli Birlik” denmekle, konun ne olduğu anlaşılıyordu; milli birliği bozan Kürtlerdi çünkü! Durum kurtarılmak isteniyordu. Son kefaret daha da büyük olduğu için, bu gün, aynı konuda daha derin, daha büyük işler yapılıyor…
Türkiye’de hep var olan, derindekileri, derin yapıyı, derin çizgiyi, derin devleti, pek çok kimse görmese, görmek istemese de, bu yapı, bir şehir efsanesi değil gerçekliliktir ve yüz yıldan daha eskiye, İttihatçı geleneğe dayanmaktadır. Bu yapıyı, bu çizgiyi oluşturanlar, yirminci yüzyılın başında, yirmili yılların başında ne yapıldığını, Kürtlere karşı nasıl bir kabahat (günah!) işlendiğini iyi bilmektedirler. Bu yüzden, Kürtlerin en küçük, en masum ulusal talepleri, şiddetle bastırılmakta, Kürtler sürgün edilmekte, zindanlara atılmakta, öldürülmektedirler. Bu yapı, Türk varlığını, Kürt yokluğu üzerine oturtmuştur. O yüzden, Kürt çocuklarına, “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” dedirtilmekte; Kürtlerin Türk kimliğine asimile edilmesi için, “Kürtlerin kendilerini Kürt sanmamaları!” için, günümüze kadar, meşru gayrimeşru ne gerekiyorsa yapılmaktadır.
Türkiye’de zaman zaman ifade edilen, bazı hükümetlerin iktidar olamadıkları şeklindeki belirleme doğrudur ve tam da bu derin çizgi ile ilgilidir. Türkiye’de bu çizgiye yaklaşan iktidar olabilir; yaklaşmayanın, başbakan da olsa iktidar olma şansı yoktur; en fazla bir devlet memuru olarak kalabilir. Kimileri kabul etmese de, haksızlık üzerine kurulan bu yapı, aynı zamanda, içinde yaşadığımız toplumun gelişmesinin önündeki en büyük engeldir de.
Sağdan sola pek çok Türk aydını, topu sürekli taca atsa da, konuyu emperyalizm hikâyeleriyle saklasa da; Kürt varlığı söz konusu olunca, yüz yıldır, “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.” diyen bu yapıdır. “Bekâ söz konusudur.” diyen de bu yapıdır. Bu yapıyı, bu çizgiyi tanımayanlar, anti-emperyalizm maskesi altında yabancı düşmanlığı yapan fakat emperyalist emeller de taşıyan, Osmanlının günümüzdeki versiyonu Türkiye’yi tanımıyorlardır. Bu yapıyı tanımayanlar, tüm Anadolu’yu bir halklar mezarlığına dönüştüren ırkçılığı, ayırımcılığı da görmüyorlardır.
Bu yapının çizdiği çizgiden sapanlar, Türkiye’de hiçbir şey olamaz, hiç bir şey yapamazlar; bu çizgiden sapanlar hizaya getirilirler; yukarıdaki şekil A, B, C, D, … de görüldüğü gibi!…
24.01.2020 - Celâl Temel
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.