KÜRT MESELESİNDE ÜÇÜNCÜ YOL
Etyen Mahçupyan
09 Şubat 2012 Perşembe 08:20
Geçen haftalarda A Haber'deki televizyon programımızda Seyfettin Gürsel, Kürt meselesinde bir üçüncü yolun üretilmesinin ihtiyacını dile getirmişti.
AKP ve PKK'nın birbirlerini güç dengesi üzerinden muhatap almasına dayanan bugünkü çatışma ortamına alternatif aramak gerektiğini vurgulamıştı. Çünkü bu meseleyi bir kol güreşi haline getirmenin, ne devlete ne de PKK'ya diz çöktüremeyeceğinin açık olması bir yana, herhangi bir çözümü de giderek daha anlamsız ve işlevsiz kıldığı belli. Gücün ima ettiği bir çözüm, ancak o güç dengesi sürdüğü sürece geçerli olacak ve her iki taraf da bu dengenin değişme ihtimalini öngörerek kendilerini hazır tutacaktır. Bu ise iki taraf arasında gerçek bir konuşma ve anlamaya, dolayısıyla birbirini kabullenmeye dayanmayan sahte bir uyum görüntüsünün çözüm sanılmasına neden olacak ve fazla zaman geçmeden ya yeni bir devlet faşizmi ya da yeni bir Kürt isyanı kaçınılmaz olarak çıkacaktır.
Devletle PKK arasındaki bu zihniyet kardeşliğinin toplumda yarattığı çaresizlik duygusu, çözüm arayanların bu kavgaya mesafe almasına ve devletle PKK'yı bütünleştiren bir bakışa kaymalarına neden oluyor. Örneğin PKK'yı devletin kurmuş olduğu tezi bugünlerde yeniden taraftar çekiyor, çünkü insanlar her iki ucu da temiz gözükmeyen bu denklemde taraf olmak istemiyor ve bize gösterilen tarafların da gerçekte sahte olduğunu söylemiş oluyorlar. Öte yandan PKK'yı devletin kurduğu tezi, bu örgütün Kürtler nezdinde temsil yeteneği olmadığını ima ediyor. Eğer hükümeti de devletten ayrı bir özne olarak tahayyül ederseniz, söz konusu önerme aslında hükümeti tek 'temiz' özne kılmanın da bir yolu. Ne var ki bu tür söylemsel taktikler, muhafazakâr tabanı hükümetin yanına çekmede işlevsel olabilse de, Kürt meselesini çözmekte son derece sorunlu. Açıktır ki Türkiye'de devletin yasa dışı her örgütün içinde parmağı var ve değişen konjonktürde bazen devlet örgütü, bazen de örgüt devleti yönlendirebiliyor. Ayrıca ne devlet ne de örgütler homojen birimler değiller. O nedenle kimse diğerini tümüyle etkileme veya belirleme şansına sahip değil. Ama asıl önemlisi, PKK'yı devlet kurmuş olsa ne olur, kurmamış olsa ne olur? Gelinmiş olan bir nokta var ve gelecek şu anki oluşmuş dengenin içinden üretilmek zorunda. Bu noktaya nasıl gelinmiş olursa olsun...
Kısacası ötekinin ideolojik olarak mahkûm edilmesine dayanan söylemler çözümü desteklemez, aksine daha da zora sokar. Onun yerine ötekini bizzat kendi siyaseti içinde sıkıştıracak bir yolun izlenmesi gerekiyor. Kürtler açısından bakıldığında, hükümeti reform yapmak zorunda bırakacak siyaset nedir diye sormak lazım. Acaba hangi durumda hükümet Kürtlerin hak ve özgürlüklerini erteleyemez ve engelleyemez? Açıktır ki bu, silahın sustuğu, Kürtlerin sivil itaatsizlik üzerinden kamusal alanı hegemonyaları altına aldıkları bir durumda olabilir. Çünkü böyle bir siyasi ortam tüm dünyayı Kürtlerin yanına çekecek ve devletin temel insan hakları arasında yer alan bu hakları vermemesi mümkün olamayacaktır. Diğer taraftan olaya hükümet açısından bakıldığında, PKK'yı şiddetten uzaklaşmak zorunda bırakacak siyaset nedir diye sormak gerekiyor. Acaba hangi durumda PKK kendi siyasi ağırlığını korumanın ancak şiddetten uzaklaşarak mümkün olduğu değerlendirmesine gelir? Yine açıktır ki bu, ana dilde eğitim ve yerel yönetim alanında demokratlığın gereğini ima eden reformların yapılmasıyla olabilir. Çünkü bu ortam şiddeti salt bir güç nesnesi kılacak ve şiddete devam etmek PKK'nın temsil yeteneğinin bitmesine neden olacaktır.
O halde çözümü engelleyen şey, her iki tarafın da kendisinden beklenen siyaseti üretememesi, hatta bu siyasete direnmesidir. AKP demokratikleşmenin sınırlı kalmasını istiyor, çünkü gerekli demokratikleşme açılımının kendi kontrolündeki devleti topluma kıyasla ufaltacağının farkında. PKK ise Türkiye'nin demokratikleşmemesini istiyor, çünkü demokratikleşen bir Türkiye'de Kürtlerin haklarının zaten elde edileceğini ve PKK'nın göreceli öneminin azalacağının farkında...
Diğer bir deyişle her iki tarafın kendi açısından demokratikleşmeye direndiği bir mesele ile karşı karşıyayız ve zaten bu nedenle de çözüm bir türlü gerçekleşmiyor ve güç dengesi içinden 'siyaset' yapmanın önü kesilemiyor. Böyle bir durumda acaba Kürt meselesi bağlamında üçüncü bir yol var mı? Yani acaba hükümetin vermek istediğinden daha fazlasını ama aynı zamanda PKK'nın ihtiyacı olandan daha azını, evrensel haklar çerçevesinde tanıyacak bir çözüm mümkün mü?
Örneğin ana dilde eğitim ve yerel yönetim alanlarında yapılacak düzenlemeyi AB sözleşmelerinin izin verdiği en geniş haklar olarak tanımlarsak böyle bir üçüncü yol yaratmış olmaz mıyız? Üstelik hukuk ve meşruiyet zemini olan bir yol... Ne hükümetin, ne de PKK'nın açıkça karşı çıkamayacağı bir alternatif. Ne yazık ki bunu savunabilecek ne 'Türk' ne de 'Kürt' tek bir oluşum bile yok... Kimlikleri aşan bir siyasî oluşum ise hâlâ bir hayal. O zaman bu mesele niye çözülmüyor diye yazıp çizmenin ne anlamı var ki?
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.