KÜRT MESELESİ ARTIK BİR DIŞ POLİTİKA SORUNU MU?
Ali Bayramoğlu
11 Şubat 2016 Perşembe 10:23
Zaman zaman kimi siyasi kıskaçlar oluşur. Kürt sorununda gelinen aşama da böyle bir duruma işaret ediyor.
Nitekim son bir kaç yıl bu sorunun derinleşmesine, hatta biçim değiştirmesine tanıklık yaptı.
Sahneye Türkiye'deki Kürtlerin siyasi ve tarihi parçası olan Suriye Kürtleri çıktı. Bu çıkışla birlikte Türkiye'nin Kürt meselesi ulusal sınırları aştı. Bu çerçevede PKK bir bölge aktörü olmaya yüz tutarken, Kürt hareketinin iddiası büyüdü. Suriye-Türkiye Kürtlerini kuşatan, ayrı bir siyasi yapının altını çizen bir tahayyüle dönüştü. Kürt hareketinin önüne tarihi fırsatlar da çıktı. Bir yandan PKK-PYD'nin IŞİD'le mücadelesi, ABD'yle ittifak kurmalarına ve meşrulaşma umuduna kavuşmasına yol açtı. Öte yandan bölgedeki güç ve hegemonya savaşları, Türkiye'nin bunun içindeki yeri, Esat karşıtı politikaları, Kürt hareketinin İran ve Rusya tarafından kullanılacak bir koz olmasına zemin hazırladı. İran-Rusya ikilisi ile Kürt hareketi arasındaki ilişkiler şeffaflaşacak kadar kritik bir seyir göstermeye başladı.
Türkiye'deki çatışmalar, Kandil'in hendek politikası tüm bu gelişmelerin doğal bir devamı, hatta parçasıdır.
Bugün Kürt meselesi çerçevesinde siyasete verilen anlam dahi değişmiştir.
Kürt hareketi için siyaset dün, daha çok, bir hak talebini ve demokratik eklemlenme arayışını ifade ediyordu. Bugün ise siyasi bir egemenlik iddiası ve bunun müzakere dahil türlü araçları olarak tanımlanıyor.
Devlet açısından durum farklı değil. Çözüm sürecini, örgüte silah bıraktırma çabası ve taleplerin hizmet ve demokratik adımlarla tatmini olarak algılayan siyasi iktidar için, gelinen bu nokta asayiş hamleleri ve güvenlik önlemleri dışında yanıt verilmesi zor bir siyasi muamma haline dönüştü.
Devlet kanadında, bir bakıma “siyasetsizlik” olarak da tanımlanabilecek bir evreyi başlattı.
Nitekim bu gelişmelerin en önemli sonucu, “resmi algıda örgüt meselesi ile, Kürt sorununun iyice ayrışması”na yol açmasıdır..
Örgüt meselesi, bu çerçevede, devlet gözünde üç hususu ifade eder hale gelmiştir.
1.Kuzey Suriye'deki yapılanmanın, oradaki modeli hendek politikasıyla Türkiye'ye taşımanın bir bölünme/ayrılma arayışı olarak görülmesi.
2. Çözüm, diyalog, görüşmelere dayalı iç siyasi süreçlerin örgüt tarafından bu istikamette ve bu istikametin meşrulaşması çerçevesinde istismar edildiğinin düşünülmesi.
3. Bunları kuşatan ana hususun ise Kandil ve PYD'nin Türkiye'ye karşı kullanıldığı veya Türkiye'nin aleyhine ittifaklar kurduğu tespiti. Ve en önemlisi bu çerçevede bu meselenin, hatta “Kürt sorununun dış tehdit ve dış politika sorunu olarak algılanması”.
Bu üçlü, “Kürt sorununu ve Kürt hareketini iç içe ele alan çözüm politikası evresinden, sorunu ve hareketi birbirinden ayıran asayiş-dış politika aşamasına geçişe” işaret etmektedir. Terörle Mücadele Planı da tam olarak bu çerçeveye yerleşmektedir.
Bu aşamanın, uzlaşı arayışı üzerine kurulu bu aşamanın sürdürülebilirliği ciddi bir tartışma konusudur ve şüphelidir.
Ayrıca unutmamak gerekir ki, Kürt meselesi ve Kürt hareketinin toplumsal-siyasi talepler kümesi olarak algılanmaktan adım adım çıkması ve bir uluslararası egemenlik kavgası etrafında ele alınması (ki kısmen, ancak sadece kısmen doğrudur) da “sorun-çözüm-siyaset”inancını önemli ölçüde baltalamaktadır.
Örgütün savaş propagandası etrafında yapılanan, “Erdoğan-katliam” gibi zırva denklemleri dolaşımda tutan bir garip muhalif bakış da savaşçı dili yeniden üreterek bu inançsızlığa katkıda bulunmaktadır.
Doğru olan bu sorunun iç ve dış dinamiklerle olan ilişkisini ayrı ayrı, ama bir bütün olarak okumak, sorunu yeniden ulusal sınırlara çekmenin yollarını aramak, PYD'ye ve Kürtler arası ilişkilere bakışta resmi görüşü revizyondan geçirmek ya da bunu tartışmaktadır.
Devlet için de, siviller için de...
Aksi halde sorun yumağı katlanarak büyüyecektir.
Uzlaşı siyaseti ise kaçınılmazdır.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.