KÜRT HALKI VE PKK GERÇEĞİ
Nabi Yağcı
25 Ağustos 2010 Çarşamba 16:35
Bugün kafaları karıştıran iki olgu var: AK Parti gerçeği ve PKK gerçeği. Kafa karışıklıklarının giderilebilmesi için önce halklara bakmak gerek. Böyle baktığım zaman AK Parti’den önce İslami duyarlılıklı halk kesimlerinin aydınlanmacı uyanışını ve PKK’den önce ise Kürt halkının yükselen özgürlükçü uyanışını görüyorum.
Meyveden önce ona can ve tat veren toprağı görmek gerek.
Hepimiz zaman zaman, “PKK’yi yaratan 12 Eylül zulmüdür” diyoruz. Bu yargı gerçeğin yalnızca bir yüzüdür. PKK tek başına 12 Eylül’ün ürünü değildir. PKK onlarca yıldır T.C. devleti tarafından ne asimile edilebilen ne de yok edilebilen direngen Kürt halkının kendisinin yarattığı bir örgüttür, örgütlerden biridir.
Dün farklıydı ama bugün PKK gerçeği deyince akla yalnız silah gelmemeli, ondan önce kendi halkından aldığı destek görülmeli. Bu desteğin sosyolojisi var. Güneydoğu’da her aileden (aileyi akraba genişliğinde anlamak kaydıyla) en az bir kişi bu savaşta ya da faili meçhul cinayetlerle öldürülmüştür ve her aileden en az bir kişi isyan etmiş ve dağa çıkmıştır. Yalnız bu da değil sayısız köy ve mezra boşaltılmış, binlerce Kürt zoraki iskâna tâbi tutularak batıya göç ettirilmiştir. İşsiz, eğitimsiz, aç bırakılmıştır. Bir de tarih var, Dersim Katliamı tek örnek değil.
Zulümdür bunlar.
Zulme isyan ise haktır.
“Kürt yok” safsatasından “Kürtler kardeşimizdir” edebiyatına geçildi. “Kardeşiz, yıllardır iç içe yaşadık, kız verdik kız aldık” söylemi gerçeğin bir yanıdır ve bu yanıyla bu gerçek halkların yaratmış olduğu bir mucizedir; Fakat siyaset açısından bakıldığında ise bu söylem baskı ve eşitsizliği örten ikiyüzlülüktür. Eşitsizliğin olduğu yerde kardeşlik olmaz. Ezilenden, mağdurdan, mazlumdan, kardeşlik beklemek de eğer saflık değilse kendini kandırmaktır. Hümanizm doğru anlaşılmaz ise eşitsizliğin, adaletsizliğin üstünü örten süslü bir şal olur.
İsyanın biçimini sanılanın aksine zulme uğrayanlar değil zulmedenler belirler. Ötekini silahla, şiddetle yok etmeye çalışanlar aynı karşılığı bulur. Rüzgâr eken fırtına biçer.
Ne verdiniz ki ne istiyorsunuz?
İşte Kürt halkı tüm bu baskılara karşın boyun eğdirilememiş, asimile edilememiş bir halktır. 30 yılın kanlı bilançosuna rağmen Kürtler bugün milli uyanış momentini yakalamış direnen bir halktır. Hâlâ baskı altındadır ama artık ne mağdur, ne de mazlumdur; Özgüven kazanmış, kendi yerel yönetimlerini kurmayı başarabilmiş muktedir bir halktır. Karşımızdaki gerçek budur, eğip bükmenin bir anlamı yoktur.
Kürt halkının özgürlük direncinin geçmişi var, bu direnç onlarca yıl bu halkın, Kürt aydınlarının mücadele birikiminin bir sonucudur, ama buna işaret edip PKK’nin rolünü gözardı etmek de olmaz. “Kürt hareketi” dendiğinde artık, PKK’nin etkin rol oynadığı ama PKK dışında da farklı görüşlerin olduğu ve eskiden farklı olarak sivil toplum örgütlerinin barış ve demokrasinin aktivistleri haline geldiği yükselen bileşik bir halk hareketi dalgasını anlıyorum.
Bu nokta bugünlerde daha ince ayar yaparak düşünmemizi gerektiren hassas noktadır. Bilgi ve izlenimlerim o ki, Kürt hareketi içinde PKK’nin yanlışlarını eleştirenler veya farklı mücadele anlayışında olanlar ve hatta AK Parti’ye oy verenler dahi Kürt halkının bugün elde ettiği kazanımları korumak noktasında birleşiyorlar. Yükselen bu dalganın kırılması halinde olabileceklerin farkındalar. Çünkü devlet dediğimiz mekanizmayı Kürtler Türklerden daha iyi tanıyor, devletin havuç-sopa, böl-yönet taktiklerini iyi biliyor ve bu tuzağa düşmek istemiyorlar. Kanımca çok da haklıdırlar.
Kürt halk hareketinin yükselen dalgasını kırabilecek bir başka tehlike ise bizzat PKK’den gelebilir. Gelinen noktada PKK’nin şiddet eylemlerini sürdürmesi veya kontrol dışı eylemlerle şiddet olaylarının devamı bu bileşik hareketi bölebilir. Batman’da barış ve demokrasinin sevilen dört aktivistinin mayın patlaması sonucu can yakan ölümleri bu tehlikeyi gösteren çok ciddi bir uyarıydı. Bu halk onlarca yıl şiddet altında yaşamaktan bıktı ve yoruldu artık. Barışı bu nedenle en çok onlar istiyor. Ama eşit haklılık temelinde.
Özetle; hem iç hem dış konjonktür, silahlı eylemi iki taraf için de çıkmaz yol yapmıştır. Barış söylemlerinden “barışı inşa etme” evresine geçilmek zorunda. Barışın inşası sürecine giremez isek ne olur? Geçici ateşkes, kalıcı hale gelemez ve barışın inşası sürecinin kapısını açamazsa sonrasını düşünmek bile istemiyorum.
Cengiz Çandar’ın aktardığı merhum Turgut Özal’ın sözünü hatırlatarak söyleyeyim: Ateşkes çökerse şiddet misliyle geri döner, kan gövdeyi misliyle götürür.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.