24 Kasım 2024
  • İstanbul6°C
  • Diyarbakır13°C
  • Ankara3°C
  • İzmir9°C
  • Berlin11°C

KÜRT AYDINLARININ TRAJEDİSİ (1)

Orhan Miroğlu

30 Ağustos 2012 Perşembe 07:19

Bu konuya girmemi, yarı yarıya, Ahmet Hakan ve Mehmet Altan’a borçluyum.

Sebebini anlatınca hak vereceksiniz. Ama galiba merak edip biraz beklemeniz gerekecek.

Altan, Mehtap TV’de program arkadaşları Eser Karakaş ve Şahin Alpay’a, “En son ne zaman TRT’ye çıktınız? Kim karar veriyor TRT’ye kimin çıkıp çıkmayacağına” diye sormuş.

Bunu okuyunca aklıma genel olarak devlet-Kürt aydınları ve TRT 6- Kürt aydınları arasındaki münasebetler geldi.

Altan’ın program arkadaşlarına sorduğu soruları ben de Kürt aydınları açısından merak edip dururdum.

Meseleye, şu Kürt aydınları denen, hayatında hiç TRT stüdyolarını görmemiş, dün hücrelerde, hapishanelerde çürümeye bırakılan, sürgünlere yollanan, hain ilan edilen ve yakın tarihte de, sokak ortalarında enselerine birer kurşun sıkılarak imha edilen Kürt aydınlarının dünü ve bugünü açısından bakmak ve tartışmak gerektiğini düşünür, ama yazsam ne olacak ki, neye yarayacak diye kendimi her defasında yazmaktan alıkoyardım.

Mehmet Altan’ın sorusu ve Ahmet Hakan’ın belli bir çevreyi kast ederek, bu çevreyi “klan tavrı” içinde olmakla suçlaması, bana biraz cesaret verdi sanırım.

Türk aydınlarının sahip olduğu bu “klan” tavrı ne yazık ki, Kürt aydınlarıyla ilişkilerde de son zamanlarda görülebilen bir tavır.

Daha sonra, Ahmet Hakan’ın verdiği örneğe ilave örnekler vereceğim.

Hakan böyle yazınca demek Kürt aydınları sözkonusu olunca sorun sadece devlet değil, galiba sorunun şu başlık altında ele alınması gereken böyle de bir yanı var diye düşündüm:

“Klancı aydınlar” ve Kürt aydınları.

Bu konuyu şimdilik sonraki yazılara bırakıp, “devlet ve Kürt aydınları” bahsiyle devam etmek istiyorum.

Acaba devlet ve Kürt aydınları münasebetlerinde bugün durum nedir ve düne göre değişen bir şey var mıdır?

Kuşkusuz değişen de var, değişmeyen de var.

Kürt siyasetçiler ve Kürt aydınları siyasi tercihlerinin bir bedeli olarak, bugün de hapishanelerdeler.

Dışarıda kalan bazıları ise devletle, devletin kurumlarıyla sorunlar yaşamaya devam ediyorlar.

Ama bu sorunlar sadece devletle yaşanıyor olmaktan ibaret değil.

Kürt aydınları ve genel olarak da Türk medyası ve Türk aydınları arasında da belki üstü örtülen, sözü edilmeyen ve çeşitli sebeplerle görmezlikten gelinen ciddi iletişim kopukluğu, anlayış farklılığı var ve birtakım sorunlar böylece olduğu gibi kalmaya devam ediyor.

Ahmet Hakan’ın “klancılıkla” suçladığı bu çevre, Kürt meselesinde ileri sürdükleri fikirlerin miadı artık dolmuş olan bir çevredir.

Bu klancılar, Kürt aydınlarını küçümsemeye, onların son zamanlarda taşın altına ellerini koyma heveslerini ve cesaretlerini kırmaya ve Kürt mahallesinin yegâne “gülleri” olarak kalmak için birbiriyle sıkı bir dayanışma içinde durmaya çalışıyorlar.

Nihayet Kürt aydınları hakkında o kadar yanlış kanaat ve efsaneden ibaret inanç var ki, onlar artık sadece PKK’ye “içeriden” bir şeyler söylenmesi gerektiğinde hatırlanan bir bakıma “suça tanıklık” nesnesi hâline getirildiler.

Kitaplara sığmayacak kadar geniş bir konu..

Bakalım birkaç köşe yazısıyla meramımı anlatabilecek miyim..

Ama öncesinde bazı hatırlatmalar yapmak faydalı olacak.

Kürtler’de iyi gözlenmezse fark edilmeyen bir “sosyal veya siyasi terbiye” yıllardır hâkim oldu:

Devletten uzak durmak terbiyesi.

Devletin işlediği günahlar o kadar çoktur ki, devlete ne kadar yakınsan günahlarına ve suçlarına da o kadar yakın ve ortaksın demektir.

Bu yüzden Kürt aydınları devletten uzak durmayı makbul ve onurlu bir şey gibi görürler.

Haksız da sayılmazlar aslında.

Yolları bir şekilde devletle kesişmiş, veya devlete isyan etmiş, ama yenilgiye uğramış güçlü aileler, birtakım aydınlar, maalesef, tarih içinde esamisi okunmayan, ocağı sönmüş ailelere ve bireylere dönüşmüştür.

İşte Bedirxaniler, Şeyh Sait Ailesi, Xacolar, Omeryanlılar, başta Kureyşanlılar olmak üzere Dersim’li aşiretler, Bucaklar, Ramanlılar, Jirkiler benim dedelerim olan ve hemen tümü de devletin hışmına uğrayıp infaz edilen Mıhallemi Mirleri, ve daha sayılamayacak kadar çok aile ve kişi.

Devasa bir tarihin ve tecrübelerin sonucu şu olmuştur ama:

Devletten kaç, ona yakın durma, onunla mücadele etme, yoksa “bir varmış bir yokmuş”a dönersin!

Şimdi ne devlet bu geçmiş tecrübesini ve tutumunu sürdürebilir ve bununla övünebilir artık ne de Kürt aydınları devletten uzak durmayı akıllıca bir şey olarak görebilir.

Her şey çok değişti ve artık yeni bir aşamadayız.

Devletin eğer barış istiyorsa, Kürt halkının ona yeniden güven duymasını arzu ediyorsa, bu tarihsel travmalara iyi gelecek adımlar atmak istiyorsa, Kürt aydınlarına ve sivil toplumuna ihtiyacı var.

Kürt aydınlarının da mahalle baskısına, itibarsızlaştırma kampanyalarına ve haksız suçlamalara aldırmayıp devletin yeni bir yurttaşlık hukukunun peşinde olduğu bu tarihî zamanda ellerini taşın altına koyması ve devletin içindeki bazı kötü niyetli unsurların birtakım provokatif eylemlerine aldırmadan, yüzlerine devletin bütün kapıları birer birer kapansa dahi, pencereden girmeye çalışmalarında fayda var.

Her iki halkın tarih içindeki ilişkilerine bakıldığında, bir halkın aydınlarının yurttaşı oldukları bir devletle aralarına bir çeşit duvar örmelerinin, bir çeşit kan davası girmesinin bu ülkeye ne kadar çok zarar verdiği görülür.

Artık “zararın neresinden dönülse kârdır” felsefesiyle hareket etmenin zamanı geldi.

Çok büyük engeller var elbette ve bunun farkındayım, çünkü bizzat yaşıyorum.

Kürt siyasetinin bir vaka olarak kendini hissettirdiği, Kürtler’in altı partisinin kapatıldığı (aman dikkat sonuncusuna dokunmayalım!) 90’lı yıllardan sonra Kürt aydınlarına yönelik bu sefer de, “içeriden” baskılar, daha da artmaya başladı.

O yıllarda ilçeye gelen kaymakama, öğretmene dahi bir merhaba demişseniz ne ajanlığınız, ne işbirlikçiliğiniz kalıyordu. Perşembeye devam edelim.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.