04 Aralık 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır5°C
  • Ankara4°C
  • İzmir11°C
  • Berlin5°C

KÜRDİSTAN BÖLGESİ YARALARINI SARIYOR (2)

Bayram Bozyel

11 Şubat 2018 Pazar 18:55

Kürdistan Bölgesi’nde 16 Ekim Kerkük darbesinin yol açtığı travmayı aşmak yönünde yoğun bir çaba ve diplomatik trafik söz konusu.

Buna karşın ekonomik sıkıntılar hala büyük oranda devam ediyor. Memurlar, maaşlarının ödenmemesine, partizanlık ve yolsuzluk iddialarına tepkili. Geçen yılın sonunda (Aralık 2017) Süleymaniye ve çevresinde baş gösteren, daha sonra çevrenin yakıp yıkılması ve ölüm olaylarıyla sonuçlanan gösteriler başka etkenlerin yanı sıra esas olarak bölgede sürüp giden ekonomik sorunlardan patlak vermişti.

Bugün, Kürdistan Bölgesi’nin belini büken sorunların başında kökleri geçmişe uzanan siyasi kutuplaşma ve bölünme gelmektedir. Söz konusu siyasi kutuplaşmanın coğrafi bir karakter kazanması sorunun daha da tehlikeli bir hal almasına yol açmaktadır. Bugün Süleymaniye ile Duhok, Soran ve Behdinan bölgeleri arasında siyasal bölünmenin ötesinde tehlikeli bir noktaya ulaşan duygusal bir kopuşun yaşandığı açıktır.

Başka bir ifade ile KDP ve YNK ile özdeşleşen kutuplaşama salt siyasi rekabetle açıklanamaz. Uzun bir zamandan beri bölgede iki farklı yönetimin, iki başlı bir bütçenin ve iki ayrı askeri yapılanmanın geçerli olduğu sır değildir. Geçen dönemde bu alanda belli iyileştirmelere gidilse de sorun esas olarak varlığını sürdürüyor. Hayatın her alanına yansıyan bu bölünme halinin, Kürdistan’da modern anlamda bir kurumlaşma ve devletleşmenin önünde büyük bir engel oluşturduğuna kuşku yoktur. 16 Ekim’de Kerkük’te yaşanan ihanet, görünüşte YNK içindeki dar bir ekibin marifeti olarak gözükse de söz konusu gelişmeyi iki parti arasındaki tarihsel arka plandaki çelişki ve husumetten ayırmak mümkün değil.

Öte yandan, gelinen aşamada YNK’nin kendisinin Kürdistan Bölgesi açısından bir sorun ve endişe odağına dönüştüğünü söylemek ilginç gelebilir, ama gerçek. YNK Genel Sekreteri Mam Celal’in vefatından sonra YNK tam bir belirsizlik içine sürüklenmiş durumda. Öyle ki YNK bir türlü kongresini yapamıyor, yeni organlarını seçemiyor, kendine bir genel sekreter belirlemekte zorlanıyor. Behram Salih ve arkadaşlarının ayrılmasından sonra iyice güç kaybeden YNK’nin içinde bulunduğu türbülans hali doğal olarak Kürdistan’da durumun normalleşmesini de zora sokuyor.

YNK’nin içinde geçtiği bu belirsizlik durumu kaygı verici, çünkü YNK Kürdistan Bölgesi açısından önemli bir aktör. Hala büyük bir siyasi ağırlığı söz konusu. Elindeki peşmerge gücü YNK’yi Kürdistan’daki siyasi denklemde vaz geçilmez bir aktör haline getiriyor.

YNK’nin bu misyonunun en çok farkında olanların başında ise KDP gelmektedir. Kürdistan’daki başat aktör olarak KDP, bölgenin karşı karşıya bulunduğu meydan okumalarla ancak YNK ile kuracağı güçlü bir ittifakla baş edeceğinin farkında. YNK’nin yokluğunun ya da onun daha da istikrarsızlaşmasının Kürdistan’ın yönetilmesini daha da zorlaştıracağını KDP çok iyi biliyor. Benzer şekilde YNK’li kadroların da Kürdistan’ın geleceği bakımından KDP’ye büyük bir rol biçtikleri ve uzun bir vadede KDP’siz bir denklem öngörmediklerini söylemek mümkün.

Kürdistan’daki mevcut krizin aşılması bakımından zamanında yapılacak bir seçim çözüm olabilir. Ancak YNK’nin içinde bulunduğu sancılı durum böylesi bir seçimin yapılması önünde engel oluşturuyor. Bu ise mevcut sorunların hızlı ve kararlı bir biçimde çözümünü geciktiriyor.

Hedef mevcut ablukayı yarmak

Kürdistan Bölgesi’nin mevcut stratejisi 25 Eylül referandum sonrasında Kürdistan’a uygulanan çok yönlü ablukayı yarmak ve bölgeye nefes aldıracak kanallar açmak gibi görünüyor.

Kürdistan Bölgesi hükümetinin, yaşanan sorunları görüşmeler yoluyla çözmek için Bağdat’a yaptığı çağrılara nihayet yanıt geldi, ama Bağdat yerine Tahran’dan. Tahran yönetimi Kürdistan Bölgesi’ne gönderdiği bir heyetle ilişkileri karşılıklı olarak normalleştirmeye hazır olduğunu bildirdi. Kapalı tuttuğu Kürdistan sınır kapılarını yeniden açtı. Tahran, bu son manevrası ile aynı zamanda Erbil ile Bağdat arasında diyalog yolunu da açtı. Böylece Bağdat adına son sözün kendisinde olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Bu gelişmeler üzerine Kürdistan Başbakanı Neçirvan Barzani, beraberindeki bir heyetle ocak ayının ortalarında önce Bağdat’a ziyarette bulundu, ardından da Tahran ziyaret edilerek ilişkilerin normalleştirilmesi teyit edildi.

Bu gelişmelerle eş zamanlı olarak ABD başkanının özel temsilcisi McGurk Bağdat’ı, ardından da Erbil’i ziyaret etti, Kürdistan Bölgesi’ne destek vaadinde bulundu. Peşmerge eğitimi için önemli miktarda parasal yardımın gönderileceği kararlaştırıldı.

Erbil’in merkezinde bulunduğu söz konusu yoğun diplomatik trafik ve görüşmelerin ardından, Erbil ve Süleymaniye hava alanlarının açılacağı yönünde mesajlar verildi. Bu bile tek başına Kürdistan’da psikolojik bir rahatlamaya yol açmış durumda.

İlişkilerdeki bu yumuşamaya karşın Irak yönetimiyle Mayıs ayında yapılacak seçimlere kadar ilişkilerin tümüyle yoluna girmesi beklenmiyor. Erbil Bağdat ilişkilerinde yaşanan gerilim bir miktar azalsa da önümüzdeki seçimlere kadar devam edecek gibi gözüküyor.

Öte yandan Bağdat’ta gerçek anlamda bir iktidardan söz edilemez. Sadece Kürdistan’da değil, Irak’ta da siyasal tablo oldukça parçalı. Birbiriyle kavgalı olan sadece Sünniler ve Şiiler ile Şiilerle Kürtler değil. Şiiler de kendi aralarında paramparça. Bu ise Erbil’in sorunların çözümü için Bağdat’ta ciddi bir muhatap bulmasını zorlaştırıyor.

Bağdat’ın bu karışık durumda olmasında İran müdahalesinin payı büyüktür. İran’ın Irak’ta bütün ipleri elinde bulundurduğu sır değil. Bu haliyle İran, Irak’ta istikrarın kurulması önünde ciddi bir engel oluşturuyor. Öyle ki İran’ın söz konusu müdahalesi Irak’ta Şii siyasi kanadın kendi içinde ikiye bölünmesine yol açmış durumda. Şiilerin bir kısmı doğrudan doğruya Tahran’dan yönetilirken, geriye kalan ötekiler ise İran’ın müdahalesine karşı Arap Şiiliğini savunmaktadır. Bu tablo içinde Irak’ta önümüzdeki mayıs ayında yapılması öngörülen seçimlerin yapılıp yapılmayacağı da kuşkulu.

Kürdistan Bölgesi de ister istemez Irak’taki bu parçalanmışlık ve istikrarsızlıktan etkileniyor. Bu kırılgan durumun Irak seçimlerine kadar bir süre daha devam edeceği varsayılıyor...

Başarının iki temel koşulu

Konuyu toparlamadan önce bir noktanın altını çizmekte yarar var.

25 Eylül 2017 tarihinde yapılan bağımsızlık referandumu demokratik, meşru ve evrensel hukuk ilkelerine uygun bir adımdı. Referandumun barışçıl ve demokratik bir biçimde gerçekleşmesi ve Kürdistan halkının % 92 gibi yüksek bir oy oranıyla bağımsızlığa evet demesi referandumun meşruiyet kat sayısını ve haklılığını daha da güçlendirdi. Özetle 25 Eylül referandumu tarihi bir adım ve kazanım oldu. Ve sıkça ifade edildiği gibi referandum sonuçları bağımsız Kürdistan’ın tapu senedine dönüştü. Bu açıdan, sonraki talihsiz gelişmelere bakarak bağımsızlık referandumunun tartışılacak bir yanı yoktur.

Başarı için olmazsa olmaz iki koşula gelince…

Bunlardan ilki geniş kapsamlı ulusal bir ittifak, mutabakattan geçer. 25 Eylül referandum sonrası yaşananlar bu gerçeği bir kez daha ortaya koymaktadır. Kabul edelim ki 25 Eylül referandumunda geniş bir ulusal bir mutabakat sağlanmıştı. En azından ilk bakışta fotoğraf böyle görünüyordu. Hiç kuşkusuz bu birliğin sağlanmasında Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani’nin büyük katkısı olmuştu. Ancak YNK’nin bir bütün olarak bu ittifaka dahil olmadığı/edilemediği açıktı. Şu bir gerçek, KDP ile YNK arasında gerçek anlamda bir ittifak kurulabilseydi, Irak ordusu ve Haşdi Şabi güçleri Kerkük’ü öyle kolay işgal edemeyecek, olası herhangi bir saldırıları kolaylıkla püskürtülecekti. Ve dolayısıyla sonraki o art arda gelen çözülme zinciri yaşanmayacaktı.

Gelinen aşamada hem modern bir toplum olmanın hem de devletleşme iddiasının gereği olarak Kürdistan Bölgesi’nde siyasi, idari, mali ve askerî açıdan merkezi bir yapılanmaya gitme işi daha fazla ertelenemez. Hiçbir gerekçe bu görevin ertelenmesini haklı çıkartamaz. Kürdistan’ın devletleşmesinin ilk koşulu budur.

Öte yandan küresel bir dünyada yaşadığımızın bilinciyle hareket etmek son derece önemli. Daha açık ifade etmek gerekirse Kürdistan’ın bağımsızlığı uluslararası denge ve ittifaklardan ayrı düşünülemez. Güney Kürdistan örneğinden hareket ettiğimizde, geçen dönemde bu alanda önemli adımların atıldığı, uluslararası düzeyde önemli ilişkilerin kurulduğu inkâr edilemez. Kürdistan Bölgesi’nin 1991’den bu yana -Kürt karşıtı devletlerin kuşatılmışlığı içinde- ayakta kalması bile büyük bir başarı sayılır ve bu büyük ölçüde güneydeki siyasi güçlerin siyasi ve diplomatik becerileriyle açıklanabilir.

Ancak 25 Eylül bağımsızlık referandumu süreci bakımından Kürdistan Bölgesi’nin uluslararası düzeyde yeterli bir zemin oluşturduğu söylenemez. Özellikle de Irak bağlamında söz sahibi olan ve en çok güven bağlanan ABD ile açık bir mutabakata varılamadığı, ya da ABD’den gelen mesajların doğru okunmadığı bugün daha iyi anlaşılıyor. Öyle olduğu için de ABD’nin Irak ordusunun Kerkük’e saldırısına engel olmamış olması Kürt siyasi çevrelerinde büyük bir şok etkisi yarattı.

Bağımsız devlet kurmak Kürtlerin en doğal ve meşru hakkıdır. Kürtler bu konuda en başta kendi güçlerine güvenmeliler. Devlet olmanın gereğini önce kendi içlerinde yerine getirmelidirler. Ama günümüz dünyasında hiç kimsenin kendi başına yaşamadığı gerçeğinden hareketle, uluslararası düzeyde güçlü ilişki ve ittifaklar kurmaya daha çok ağırlık vermelidirler. Çünkü bağımsız bir Kürdistan’ın ikinci koşulu buradan geçer.


Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.