KURBAN’IN TEVHİDİLİĞİ
Abdullah Can
02 Eylül 2017 Cumartesi 00:50
Milyarlarca insanların sömürüye, kapitalizme, savaşlara, rejimlere, ideolojilere, fuhşa, uyuşturucuya, sosyal medyaya, örgütlere, çetelere, partilere, kamplaşmalara kurban edildiği bir dehşetli zaman diliminde kurbanı konuşmak... Özünden ve varlık sebeplerinden kopmuş dünyaperest şeyhlerin, mürşitlerin, seyitlerin, hocaların, efendilerin tahakküm ve tasallutuna kurban edilen tarikatların, cemaatlerin, mezheplerin, meşreplerin, sofuların, dervişlerin tam bir keşmekeşlik yaşadığı bir zaman ve zeminde kurbanı konuşmak... Elbette, zor bir iş!
Her şeye rağmen, güzel bir gelenek ve güzelliklerle yüklü bir zaman dilimi... Yaşatılması her halükârda elzem olan bir sevinç ve mutluluk anı.
Evet, aynı dine mensup insanlarımızın ortak değerlerinden biri olan dinî bayramlarımız, sosyal özellikleri itibariyle, kaynaşma ve sıla-i rahmin yaşanmasına en güzel vesilelerdendir. Yıl içinde, –sınırlı bir zaman diliminde de olsa- akrabalar, dostlar, komşular, hemşeriler arası sevgi, mutluluk ve paylaşma duygularının coşup canlandığı günleri ifade eder. Bu itibarla, bayramlar, hayır ve güzelliklerin yaşandığı, şer ve çirkinliklerin örtüldüğü, ötelendiği bir mevsim olarak gündeme gelirler.
Peygamberimizden bize hediye olan Ramazan ve Kurban Bayramları, misyon ve muhtevaları itibariyle, bu güne kadar hep yukarıda tarif ettiğimiz özellikleriyle ön planda olmuşlardır. Ancak bin dört yüz yıllık bir geleneğin, elbette sadık uygulayıcıları kadar, yozlaştırıcıları da olacaktır. İnanç ve amellerdeki tahrifat, aşınma ve dejenere durumları, şüphesiz ki bayramlara da aksedecektir. Nihayet bunu bayram uygulamalarında da rahatlıkla okuyabilmekteyiz. Yani iman gibi, ibadetlerde de lazım olan “tevhid” bilincinin pratize edilememesi, ne yazık ki, eylemlerimiz sıradanlaştırmakta, onları ibadî özlerinden koparıp riya ve gösterişin gayyasına atıvermektedir.
Tarihçesi, insanlığın geçmişi kadar eski olan “kurban” geleneğinin, her türlü aşırılık ve sapmadan korunmuş haliyle uygulanması, bu geleneğe biçilen farziyetten daha çok önemlidir. Eski zamanlardaki tapınak sunakları gibi, şimdilerdeki aileye özgü kurban seremonileri, kurbana biçilen rolden uzak sapkınca uygulamalardır. Kurban’a ibadet gözüyle bakılıyorsa, niyetin istikamet kesbetmesi, yani Allah’a özgü kılınması lazımdır. Hem Allah için denilecek, hem de ondan esirgenecek bir kurban olabilir mi? Hele de açlığın ve sefaletin kol gezdiği bir zaman ve zeminde...
Demek her hâlükârda Kurban’ın, dince belirlenen aslî fonksiyonuna döndürülmesi elzem işlerdendir. Mesela, Hz. Peygamber’in, kurban dağıtımındaki tavrını sorgulayan Hz. Aişe’nin, “Bize ne kaldı?” sorusuna, onun verdiği “Bize kalan, bizim dağıttığımızdır!” cevabı, bu hususta örnek bir uygulamadır. Zaten örnek, Resulüllah değil midir?
Çok iyi biliyoruz ki, ibadetlerin amir sebebi, Allah ve Resulünün emir ve yasaklarıdır. İbadetlerin ifası, şekil ve muhtevası, bu amir sebebe göredir; ibadetin tayininde aksi hiç bir sebebin rolünden bahsedilemez. Buna, “ibadette tevhid” demek, en yerinde ifade olsa gerektir. İşte sapma, inhiraf, tahrifat, tahribat dediğimiz olay, aslında bu tevhidle, yani özle alakalı durumdur. Yoksa yöntem ve uygulama tarzlarındaki değişiklikler, çok da önemli şeylerden değildir. Büyütmeye de gelmez. Bu itibarla, Kur’an’ın Kurban’la ilişkili ifadelerindeki tevhidilik, bir kez daha bizi düşünmeye, öze dönmeye davet ediyor. Mesela, “Üzerinde, Allah’ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin; bunu yapmak, Allah’ın yolundan sapmaktır.”(Enam, 121) ayeti, nazarları Allah’a, yani onun rızasına odaklaştırmakla, söz konusu tevhidi tesisi ediyor.
“Biz, her ümmet için, yalnızca Allah’a has kılmak şartıyla, kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlardan kurban kesmeyi meşru kıldık. Zira ki sizin ilahınız tektir; o halde yalnızca O’na teslim olun!”(Hac, 34) benzer bir tevhidilik öğretisidir; Allah’tan gayrısına olan tahsis ve teveccühlerin yolunu seddetmektedir. Demek temel sorun, “kesmek”, “kan akıtmak” değildir; rızık olarak verilen hayvanları, yine Rezzak’ın rızasına muvafık olarak muhtaçlarla paylaşılmasıdır. Bu niyet ve uygulamayla kurban asıl hedefini bulur, sahibi için Sıratta Burak hükmüne geçer. “Görsünler”, “bilsinler” diyerek kurbana yönelmek Allah’a yönelmeyi ifade etmez. Keza, bu işin tüccarları ve kavurmacıları da O’na yönelenlerden olamazlar. Yönelmek, yalnızca “Allah rızası için, Bismillah, Allahu Ekber” demek değildir; bunların taçlandırılmasıdır. O da paylaşmaktır...
Kur’an-ı Kerim’de, “Onların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır; O’na ulaşacak olan sadece sizin takvanızdır”(Hac, 37) demekle, kesme fiili kadar, et dağıtmanın da tek başına yetmediğini, esas olanın, takva, yani Allah’tan gayrısına olan yönelimleri sonlandırıp yalnızca O’nda odaklanmak olduğunu belirtir. Çünkü ibadetin ruhu olarak bilinen “ihlas”, esas itibariyle her türlü şirkin reddiyle tesis edilecek olan tevhidi ifade eder. Günümüz Müslümanlarının temel sorunu budur; hayatlarına, düşüncelerine, inançlarına, ruhlarına, kalplerine, niyetlerine şirki bulaştırmalarıdır. En büyük kurban, belki de şirkin tevhide kurban edilmesidir. Bundaki muvaffakıyet, gerçek bayramların yaşanmasına vesiledir. Yoksa, ne kurbanımız kurban, ne de bayramımız bayram olur.
Unutmayalım, Kabil’in kurbanını geçersiz kılan, onun kurban ettiği şeyin değersizliği değildir; aksine niyetinin sahih olmayışıdır. Bir başka ifadeyle tevhidi bir teslimiyetle kurbanını Allah’a adamamasıdır. Habil’in kurbanının makbuliyeti de, adanan şeyin kıymetiyle ilişkili değildir; adama fiilindeki ihlasıdır, tevhidiliğidir. Keza, İbrahim’in İsmail’i kurban teşebbüsü, gerçekten bu işe tevessülü değildir; O İbrahim Peygamber iken, cahiliyenin töresine uymaz; onun yaptığı, tevhidi inancın cahiliyeyi nasıl da kökünden söktürdüğünü bu hadiseyle göstermekti. Allah, onun bu halis niyetine iştirak etti; ve eşref-i mahlukat olan insanın değil, rızık olarak sunulan hayvanların kurban edilebileceğini gösterdi. böylece, beşeri sistemlerin insanları kurban ettiren medeni vahşetine, modern cahiliyesine, ta üç bin sene öncesinden darbeyi indirmiştir. O sadece maddi putların değil, ideolojik putların da yıkıcısıdır.
Hâsılı, namazımızı, orucumuzu, haccımızı, zekâtımızı, kurbanımızı, kısacası hayatımızı yalnızca ona tahsis etmek, en önemlisi de imanımızı müstakim kılmak, modern cahiliyenin İlahlaştırdığı vatan, millet, ırk, devlet, meslek, meşrep, mezhep, ideoloji, para, kadın, mevki ve benzeri bütün putlaştırmalara karşı durmak, sahih imanın ve emredilen istikametin çizgisini muhafaza etmek, en büyük idealimiz olmalıdır. Birilerinin Kızıl Elmaları gibi, bu ideallerin tahakkuku, bizim gerçek bayramımız olacaktır.
Sahih kurbanlarla birlikte hakiki bayramlara kavuşmamız dileğiyle, kurbanlarınızın makbul, bayramınızın gönlünüzce olması dileklerimle...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.