23 Kasım 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır17°C
  • Ankara15°C
  • İzmir19°C
  • Berlin3°C

KÜÇÜMSEME

Ahmet Altan-

09 Kasım 2011 Çarşamba 11:21

Sanırım on iki on üç yaşlarındaydım, bir akşam bizim evde davet vardı, babamın yazar çizer arkadaşları gelmişlerdi, çok gençlerdi o yıllarda ama onların o kadar genç olduğunu ne ben biliyordum, ne de kendileri biliyordu, ben onları çok yaşlı sanıyordum, onlar da kendilerini çok yaşlı sanıyorlardı, bu “yaşlılar” salonda konuşup eğlenirlerken ben de odamda Çaykovski’nin Birinci Piyano Konçertosu’nu dinliyordum, babamın arkadaşlarından biri kapıdan başını uzatmış, ne dinlediğime şöyle bir kulak kabarttıktan sonra yüzünü buruşturup “Çaykovski mi dinliyorsun” demişti, “hem de Birinci Piyano Konçertosu’nu?”

Çok utandığımı ve çok şaşırdığımı hatırlıyorum.

Benim çok sevdiğim Çaykovski’yi onun neden bu kadar küçümsediğini anlamamıştım.

Üstelik bu bizim aldığımız terbiyeye tamamen zıt bir davranıştı, babam bize her zaman “yaratıcılara saygı göstermemiz gerektiğini” söylemişti, bir yaratıcıyı sevmemek, beğenmemek mümkündü ama böylesine aşağılayıp, küçümsemek... Saygı duyduğumuz birinin bir besteciden böylesine saygısızca söz etmesini hiç aklım almamıştı.

Sonra insanlardan sanatçılarla ilgili bu tür saygısızca küçümsemeler ve aşağılamalar duymanın sıradan bir iş olduğunu gördüm, kolayca küçümsüyorlardı.

Bir gün babama “Niye böyle davranıyorlar, niye küçümseyip, aşağılıyorlar” diye sormuştum.

“Başkalarını aşağıladıkları zaman kendilerinin yükseldiğini sanıyorlar”
demişti.

Zamanla, hemen hemen herkesin hayatında böyle “hayalî merdivenler” olduğunu fark ettim, her basamakta “çiğneyip” geçtikleri sanatçılar yatıyordu, onlara basarak yükseliyorlar, sonra bir gün onlarla birlikte o hayalî merdivenler de kayboluyor geriye gene o aşağılanan, küçümsenen sanatçılar kalıyordu.

Sanatçılara karşı duyulan bu gizli ve vahşi düşmanlığın yanı sıra insanlarda çok fazla görülen “küçümseme” de ilgimi çekti.

Ve, bunun da her şey gibi bir gerçeği, bir de sahtesi olduğunu anladım, bunları nasıl ayırt edeceğimi öğrendim.

Sahtesi, birçok şeyin sahtesi gibi çok parlıyordu, çok göz alıyordu, görgüsüz bir yeni zenginin evi gibi sürekli dikkati çekmek, fark edilmek istiyordu.

Böyle insanlara baktığınızda, “küçümsedikleri” insanlar hayatlarında neredeyse kendilerinden fazla yer tutuyordu, öylesine çok ve öylesine bol küçümsüyorlardı ki o küçümsenen kalabalığın arasından “küçümseyeni” seçip görmek çok zor oluyordu.

Bunlar, kendilerini yetersiz ve önemsiz hissettiklerinden o “hayalî merdivenlerin” inşasına, o merdivenin üstünde yükselmeye adıyorlardı hayatlarını ve onlardan geriye hayalî merdivenlerden başka bir şey kalmıyordu.

İtiraf edeyim ki bu tür insanları zaman içinde sevdim, onlara şefkat duydum ve doğrusu ya beni de altın yaldızlı parlak küçümsemeleriyle çok eğlendirdiler, onları dinlemekten her zaman çok hoşlandım.

Kendilerinden başka kimseye bir zararları yoktu ve bütün zekâlarını başkalarını küçümsemeye adadıkları için çok eğlenceliydiler.

Tabii, küçümsemenin o kalabalık ve pırıltılı alanına dikkatle bakmaya başlayan biri bir süre sonra “gerçekten” küçümseyenleri de görüyordu.

Onlara görebilmek için çok dikkatli bakmak gerekiyordu.

Sahicilikleri onları neredeyse görünmez kılıyordu çünkü, küçümsediklerini hiç anlamıyordunuz, hemen hemen hiç küçümseyici bir söz söylemiyorlardı, ıssız bir adada tek başlarına oturur gibiydiler, konuşma menülerinde başkasına yer yoktu.

O insanlar bana ürkütücü gözüktü.

Diğerlerinin değil ama bunların, başkalarını, onlardan söz etmeyi akıllarından bile geçirmeyecek kadar küçümsemeyi hak edip hak etmediklerini merak ettim.

Daha küçük bir çocukken bile “bunu hak edenlerin” bu sessiz ve sahici olanların arasından çıkacağını sezmiştim.

Bir kısmı, başkalarını, onlardan söz bile etmeyecek kadar küçümsemeyi hak ediyordu ve genellikle bundan gururdan ziyade bir utanç, hatta korku duyuyorlar, bunu göstermeye değil tam aksine gizlemeye çalışıyorlardı.

Aralarında bunu hak etmeyenler de vardı ama onlar hak ettiklerine inanıyorlardı ve bu inançları aslında gerçeklerle desteklenmese bile onlar bunu gerçek sandıklarından küçümsemeleri de sahiciydi.

Daha da sonra başka bir insan türü keşfettim, onların böyle bir kavramları, böyle bir duyguları bile yoktu, başkalarıyla hiç ilgilenmiyorlardı, onların kendilerinin bile büyük bir ihtimalle farkına varmadıkları kibri inanılmazdı, bunlara en iyi örneklerden birinin, kendisini ziyaret etmek isteyen Ehrenburg ve İstrati’yi, “Onların kitaplarını okumadım, kendi kitaplarımı konuşmaktan da sıkılıyorum, konuşacak bir şeyimiz yok” diyerek reddeden Faulkner olduğunu düşünmüştüm.

Bu küstah kibirde, sinirlendirici olduğu kadar çekici bir yan bulduğumu da söylemeden geçmemeliyim.

İnsanlardaki “küçümsemeye” benim dikkatimi çok erken yaşta çeken o dostu hâlâ şefkatle anıyorum, artık aramızda değil ve ondan söz eden de pek kalmadı.

Ben Çaykovski’nin piyano konçertosunu hâlâ çok seviyorum.

Ve, her dinlediğimde aklımdan hayata ve insanlara dair çok şeyler geçiyor.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.