KRİZ, 'DEHŞET DENGESİ' ÜRETİYOR
Oral Çalışlar
06 Temmuz 2011 Çarşamba 08:50
Dehşet dengesi diyebileceğimiz bir restleşmeye tanık oluyoruz. Toplumun ihtiyacı ise 'soğuk savaş' değil çözüm ve diyalog.
Millet parlamenter sisteme Cumhuriyet tarihi boyunca örneğine az rastlanan düzeyde bir destek verdi ve katılım gösterdi. ‘Yeni bir Türkiye’ için gereken toplumsal altyapı her açıdan olgunlaşıyor. ‘Yeni Anayasa’nın gerekliliği konusunda da toplum hemfikir. Kürt sorununun çözümü noktasında da eskiye oranla diyaloğa açık bir ortam söz konusu.
Bütün bunlara rağmen yarın ne olacağının bile kestirilmesinin zor olduğu bir ‘parlamenter ortam’dayız. Başbakan’ın dili sert, “Tükürdüklerini yalayacaklar” diyor. AK Partili yöneticilerden biri “15 Temmuz son, sonra milletvekilliklerini düşürürüz” anlamına gelen ifadeler kullanıyor. Devlet Bahçeli, Başbakan’a ağza alınmayacak sertlikte bir cevap veriyor. Kılıçdaroğlu, “Gerekirse 4 yıl boyunca yemin etmeyiz” diyor. Bir başka CHP’li, “Ergenekon davasını çökertmek için elimizden geleni yaparız” mesajını empoze ediyor. BDP, “Kürdistan meclisini Diyarbakır’da kuruyoruz” açıklaması yapıyor.
Siyasi aktörler ellerindeki kozları hızla ortaya döküyorlar. ‘Dehşet dengesi’ olarak tanımlanabilecek bir stratejik restleşmeye tanık oluyoruz. Toplumun ihtiyacı ise ‘soğuk savaş’ değil çözüm ve diyalog.
İnisiyatif Başbakan Erdoğan’da
Toplumun yarısının desteğini alarak tarihi bir başarıyı Meclis’e taşıyan AK Parti, bu ‘stratejik denklem’in içindeki birinci referans noktası. Toplumdan aldıkları enerji, onlara, giderek karmaşıklaşan bu denklem içinde daha rahat bir hareket alanı sağlıyor. AK Parti, denklemin diğer taraflarına, kendi tercih ettiği dili empoze etme gücüne de sahip.
AK Parti, 9 yıllık iktidarı boyunca Meclis’in egemenliğini güçlendiren bir çizgi izledi. Meclis üzerindeki vesayetin kırılması yolunda tarihi ilerlemelere imza attı. Ama ‘millet egemenliği’nin ve ‘demokrasi’nin olgunluk kazanması için sadece parlamenter sistemin teknik anlamda doğru işlemesi yeterli değil. Aynı zamanda toplumun siyasete katılması, sivil kurumların işlemesi, toplumun hak temelli örgütlenebilmesi, kültürel çoğulculuğun gelişmesi, daha ileri bir diyalog kültürünün ve daha nitelikli bir siyaset dilinin gelişebilmesi, sendika vb. sivil kurumların gelişmesi gibi birçok konu başlığı önem taşıyor.
Şurası bir gerçek; muhalefet partileri demokratikleşme ve sivilleşme konusunda iyi bir sınav vermediler, veremediler. Halen de bu kavramlara yönelik yeni yaklaşımlar üretmekte zorlanabiliyorlar. Ancak hükümetin demokrasiyi ‘çoğunluk egemenliği’ olarak görme kolaycılığına kapılması gibi bir risk de söz konusu.
CHP, Ergenekon davasındaki tavrı nedeniyle ‘demokrasi temizliği’ne karşı çıktı. Daha önceleri de birçok alanda ilerlemenin, yenileşmenin karşısına dikildi. MHP için de bu geçerli. Fakat şu anda, bu noktaların aşılabildiği yeni bir Türkiye’de yaşıyoruz. Geçmişi değil geleceği referans alan bir siyaset dilinin gerekli olduğu bir noktadayız.
İlk uzlaşma adımını atan kazanır
BDP de, CHP de Meclis’e gelmek noktasında irade göstermeli. Seçmen TBMM’den beklentileri olduğu için onlara oy verdi. Tabii iktidar partisinin daha anlaşmaya açık bir dil kullanması da büyük önem taşıyor.
Seçim boyunca, “Hadi seçim ortamıdır, gelip geçer” diye karşıladığımız sert dil ne yazık ki devam ediyor. Tabii ‘sert siyaset dili’ ve yaşanan restleşmeler halkın çeşitli kesimlerinde hâlâ bir heyecan yaratıyor olabilir. Ama toplumda ağır basan duygu, çözüm ve uzlaşma yönünde.
Gelenekselleşmiş siyaset yapısı ve kültürü tam olarak aşılana kadar, sistemin zaman zaman bazı ‘yapısal kriz’ler üretmesi kaçınılmaz. Bu kriz, belirli bir partinin veya partilerin değil bir sistemin krizidir. Ne olursa olsun, bu sürecin de aşılacağını düşünüyorum. Ancak bence ilk uzlaşma adımını atmayı başarabilen, ‘uzlaşma dili’ni daha ileri bir noktaya taşıyabilenler bu süreçte daha çok puan toplayacaklar.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.