23 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara10°C
  • İzmir10°C
  • Berlin2°C

KONTROL MANYAĞI

Ahmet Altan-

03 Nisan 2011 Pazar 14:10

İngilizcede çok sık kullanılan, gündelik bir deyim bu, “control freak”, bildiğim kadarıyla Türkçede öyle yerleşik olarak kullanılan bir karşılığı yok.

Çünkü burada “kontrol manyaklığı” anormal bir durum değil, aksine çok doğal karşılanan, garipsenmeyen bir alışkanlık.

Kontrol etmeye en meraklı olan “kurumumuz” da bizzat devletin kendisi.

Biz, devleti kontrol edeceğimize, devlet bizi kontrol ediyor.

Kontrol edebilmek için de her yerde, her konuda yetkileri tek elde topluyor, her şeyi merkezileştiriyor.

Yetmiş milyon insanı tek elden denetlemeye kalktığında da sık sık çuvallıyor.

En son üniversite yerleştirme sınavlarında sorun çıktı.

Basına dağıtılan kitapçığın matematik bölümündeki sorulara belli bir şifreyi uygulayarak cevap verdiğinizde, kırk sorudan yirmi yedi tanesinin cevabını tutturuyorsunuz.

Bu işlerden sorumlu olan kurum, yaptığı ilk açıklamada, her öğrenciye soruların ve cevap şıklarının değişik bir biçimde dağıtıldığı değişik soru kitapçıkları verildiğini söyledi.

Sınava giren bir milyon yedi bin öğrenci için ayrı ayrı bir milyon yedi yüz bin kitapçık mı bastırdılar yoksa birkaç ayrı tipte kitapçık mı var, tam anlayamadık, bunların ayrıntılarını bugün yapacakları açıklamadan öğreneceğiz.

Basına niye böyle bir kitapçık dağıttıklarını ve sınava giren bütün öğrencileri niye huzursuz ettiklerini de bugün anlatacaklar sanırım.

Ortada bir suç var mı yok mu bilmiyorum ama böyle “merkezi” sınavlarda sık sık sorunlar yaşandığını biliyorum.

Bence, üniversitelerle ilgili “soru kitapçıklarını” aşan sorunlarımız var.

Bir kere biz niye çocukları “merkezi” bir sistemle üniversiteye sokuyoruz?

Niye öğrencilerini seçme hakkını üniversitelere bırakmıyoruz?

Sandra Bullock’a Oscar kazandıran gerçek hayattan alınma bir film vardı, daha sonra çok büyük bir futbol yıldızı olacak fakir bir zenci çocuğun macerasını anlatıyordu.

Dersleri çok parlak değildi ama futbolda “yetenekli” olduğu için bütün üniversiteler ona burs vererek kendi okullarına almak istiyorlardı.

Böyle bir imkan olmasa belki de kaybolup gidecek bir çocuk, lisede belli bir ortalamayı tutturunca, “dersler” dışındaki bir alanda ortaya çıkan yeteneğiyle kendine bir gelecek kurabiliyordu.

Sporun her dalında olduğu gibi sanatın her dalında da “dikkati çeken” yeteneklere sahip olan gençler, “sıradan” derslerde çok başarılı olmasalar da üniversitelerde kendilerine yer bulabiliyorlar.

Böylece sadece belli alanlarda parlak ve çalışkan olanlar değil, o belli alanların dışında kalanlar da kendilerine bir şans yaratabiliyorlar.

Üniversiteler de kendi “şöhretlerini” parlatacak öğrencileri seçmekte özgür oluyorlar.

Neden biz üniversitelere bu tür özgürlükler sağlamıyoruz?

Niye bütün üniversiteleri tek merkezden denetlemek istiyoruz?

Sadece öğrencileri mi, rektörlerini bile tek merkezden belirliyoruz.

Üniversitelere kendi rektörlerini seçme hakkını bile tanımıyoruz.

Öğrenciler üniversitelere Ankara’dan yerleştiriliyor, rektörler Ankara’dan seçiliyor, bütün üniversiteler Ankara’daki YÖK’e bağlanıyor.

Bu “merkeziliğe” uygun biçimde üniversitelerde de neredeyse “askeri” bir hiyerarşi oluşturulup, rektörlere bir tür karargah komutanı rolü veriliyor.

Her şeyin Ankara’dan belirlendiği bir üniversite dünyasında özgür düşünceli, yeniliklere açık, yaratıcı çocuklar yetiştirebilir misiniz?

Böyle bir yapıdan, birkaç parlak istisna dışında “bilim adamı” değil “memur” çıkar ancak.

Bugün, “devleti hukuktan daha önemli” sanan bunca hukukçumuz varsa, bu, böylesine ucube bir eğitim sisteminin sonucu.

Bütün bu tuhaflıklar “kontrol manyaklığının” sonucu, Ankara, Türkiye’nin her yanını, hayatın her alanını denetlemek istiyor, hiç kimsenin Ankara’nın “boyunu” aşmasına izin vermiyor ama “boyu” Ankara’daki bürokratların boyuna uygun ne üniversite olur, ne de üniversite hocası.

Üniversite dediğiniz, fevkalade özgür, hatta biraz çılgınca, yaratıcılığa açık, her düşüncenin sınırsızca tartışılabildiği, hocaların öğrencilerine “müstakbel meslektaşlar” olarak davrandığı, yeni fikirlerin neredeyse kutsandığı, çalışkanlığa gençlik anarşizminin de katıldığı şenlik yerleridir.

Ama hepimizin hep birlikte gördüğü gibi Ankara’nın “merkez” olduğu bir anlayıştan ne yeni bir fikir, ne şenlik, ne de yaratıcılık çıkıyor...

Sığlık ve sıkıntı çıkıyor yalnızca.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.