KİNESİS / STASİS
Murat Belge
02 Ağustos 2011 Salı 10:34
İnsanlık tarihinde çok önemli şeyler olurken doğa istifini bozmaz, kendi düzenini bildiği gibi devam ettirir. Fransa’da kitleler Bastille’i zapteder veya Lenin Finlandiya Garı’nda trenden inerken ya da Enola Gay’den atom bombası Hiroşima’ya düşerken güneş aynı saatte doğup aynı saatte battı, rüzgâr esti, ağustosböcekleri öttü vb. Yalnız bunlara bakan insanlar, bir yerlerde dünyanın gidişini değiştirecek olaylar olduğundan habersiz, hayatlarının bir olağan gününü daha yaşadılar.
Bir süredir Türkiye’de varolan ve hareket eden bir süreç de, istifa eden bir süreç de istifa eden generallerle birlikte, geri dönülmez bir aşamasına erişmiş oldu. Hayat, hiç böyle bir olay olmamış gibi devam ettikçe, bu “geri dönülmezlik” de perçinleniyor.
Bunun farkında olmayanlar vardır tabii. Ama zaman aktıkça, şöyle ya da böyle, farkına varacak, davranışlarını buna göre duruma uyduracaklardır. Bir biçimde farkında olan, ama bundan hiç hoşnut olmayanlar da var. Bunların bir kısmı, bu değişim yüzünden bir şeyler, önemli bir şeyler kaybetmek durumunda olanlar; dolayısıyla niçin hoşnut olmadıklarını anlamak kolay. Bir kısmıysa bundan ötürü, nesnel olarak, bir şey kaybetmiyor, gene de hoşnutsuz. Onları anlamak o kadar kolay değil.
“Devrimci”ler var, örneğin. Bunlar 12 Mart’ın da, 12 Eylül’ün de, ağır sillelerini yemişler. Ama son on yılı AKP’yi baş düşman ilan ederek geçirdiler. Böylece canını dişine takarak AKP’yi iktidardan alaşağı etme savaşı veren cephenin içinde yer aldılar. Bazıları, “tesadüfen” ya da “farkında olmaksızın” orada duruyormuş gibi bir poz takınmaya çalıştı. Ama bu pozlar inandırıcı olamadı.
“Kritik an” dedikleri bir şey vardır hayatta. O “kritik an” geldiğinde nerede olacağın önemlidir. Statükonun ta içinde misin, statükonun değişmesi için mücadele verenlerin yanında mısın? Şu 2011 yılına kadar kimin nerede olduğuna ve olacağına dair kesine yakın fikir edindik sayılır.
Optik bir gerekliliktir, bir şeyin hareket halinde olduğunu, öteki şeylerin yerlerinde olduğu gibi durmalarından da anlarız. Örneğin, şu bizim durumda, Halk partisi. Ölen 13 asker hakkında söz söylemek üzere ağzını açan Kılıçdaroğlu’nun morali bozulmuş komutanlardan dem vurması ya da yargıdan gelerek parti saflarına katılmış hanımın sözleri. Bunlar herhalde bir “siyaset bilimi” dersinde muhafazakâr körlüğün nasıl bir şey olduğunu örneklendirmek için anlatılacak anekdotlardır.
Ama olaya Avrupa’nın siyaset kültüründen bakan hanım bunun tam tersi teşhisi koyuyor.
Muhafazakârlık doğrusu çok ilginç bir şey. Çok temel bir şey insanlık için. İnsanoğlu, ne olursa olsun, tanıdığı, bildiği ve bellediği dünyada yaşamak istiyor. Bilerek ya da bilmeyerek böyle bir tavrı benimsemiş olanların başlıca “teorik cephanesi” ise “özcülük” diye tanımlayacağım yaklaşım. Bu, tabii, insanlık kadar eski bir yaklaşım; ama ampirizmle, “Kartezyen” düşünceyle, felsefî bir sistematik kazandı. Descartes’ın, balmumunu balmumu yapan öz’ü. Sana “bu balmumudur” dedirten şey nedir? Sanırsın ki rengidir, kokusudur, dokusudur vb. Ama koy bir tavaya, ateşe sür, rengi de değişir, kokusu da, dokusu da. Gel gör ki balmumu hâlâ balmumudur. Demek ki renk, koku gibi “ ikincil” özelliklere rağmen, aslında onu her durumda balmumu yapan bir “balmumu olmak” öz’ü vardır.
Bırakalım balmumunu, toplumsal hayata gelelim. “Devlet”in özü var, “devrim”in ve “devrimci”nin özü var, örneğin çeşitli varyantlarıyla Kemalizm’e göre “İslâm”ın ve “İslâmcılık”ın da özü var. Balmumunun rengi, kokusu gibi bunların da bazı “dışsal” özellikleri değişebilir, ama “öz”leri değişmez. Bunun adı da “diyalektik düşünce”dir.
Üstelik, kendine göre tanımladığı bir “öz”ü, İslâmcı da kabul eder. Değişkenliğin bu kadarı zaten mümkündür, mümkünden öte, geçerlidir. Nazi’ye göre Yahudi’nin özü, devrimciye göre” devlet”in özü, Kemalist’e göre “İslâm”ın özü ve hepsinin birbirine atfettiği “öz”ler. Ama “özcü” yaklaşımı hepsi benimser.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.