KİMSE BİLMEYECEK BE CANIM…
Ersin Tek
25 Haziran 2011 Cumartesi 11:45
‘‘Riya yapma; aşk, muhabbet oyununu doğru oynamayanların yüzüne mana kapısını kapamıştır.’’(Hafız-î Şirazî)
Biliyorum. Oyundu her şey. Oyuna dalmıştım.
Yanaklarımdan hayallerim süzülüyordu, gülücüklerim ıslaktı. Hüzünlü bir yara idi içimde sakladığım. Dudaklarımda yarım hece istekler büyüyordu hep, herkesten habersiz. Gözlerimdeki yaşlar kurumadan, ansızın kesildi. Beklentisiz sevdalar avucumda buğulanıp sustu şimdi, karanlık her şey! Söndürmüşler yanan alnımı, göğsümde yakılmış oyuncağım olarak seni bıraktılar, küllerin masalını yazıyorum.
Ağlamakla geçer zannettim ama, geçmedi hiçbir şey. Ağlamak, boğazımda bir düğüm olmuş. Yutkunuyorum sadece. Acıtıyor. Beynimde ise amansız düşünceler, çığlık çığlığa...
Çocuk yüreğimle dalga geçtiler, ürkek gözlerime acımasız dişlerini batırdılar. Kızgınlık, nefret, acizlik karışımı sözler akıttılar içime. Heyulaî sözler yığını bıraktılar arkalarında. Aldanışlar serisi idi ömürleri, yeni anlıyorum.
Ne güzel oyuna dalmıştım. Uyandırdılar işte. Oyunun acımasızlığından habersiz, çekip gittiler sonra. Ama görüyorum onları, son sayfadaki yerle bir olmuş alınlarını. Yere değmeyecek son öpücükleri. Oysa onlar bunu bilmiyor. Anlamıyor. Korkunun duvarında, faredişli mucizeler beklemekle geçiyor saatleri. Kemirildikçe tükeniyorlar. Kemirilen düşünce ağları oluyor. Tuzak aslında her şeyleri... Dermanı olmayan bir hastalık misalidir. Gri görünen sızılar çoğalıyor artık. Duymak istemiyorlar.
Yoksul bulutlardan akan düşlerin faydası yok, kupkuru... Bel bağlamasın kimse solmuş düşlere, bilirsiniz ki…
Kurumadan sözcüklerim, düşlerim, bende çekip gidiyorum işte. Senden ve onlardan uzaklara... Hem de çok uzaklara. Ayaklarımdaki yorgun ölümleri bırakıyorum. Arkama bile dönüp bakmayacağım. Uzun kederlerle yürüyeceğim; Yeni ayrılıklara, yeni sevdalara, yeni ölümlere… Karanlığın bir yerinde yürüyeceğim bilinmez mezarıma. Aklımın bir yerinde Kleist, bir yerinde Majakowski… Geçtiğim yerler ağlayacak ardımda.
Anlıyorum. Kirli iplerle asıyorum tüm yolları. Yine de arınamıyorum. Dibe vuruyorum. Dağılıyor omuzlarım. Eğri dönüyor dünyam. Kuyruğunu kemiriyor hayatım. Herkes, her şey beni yutuyor, kendini yutuyor. Ama dolmuyor hiçbir yazgı kendi çukuruna. Döne döne, çekip gidiyorum bu yerlerden.
Öfkeli değilim, bilesin. Muhalif mısralarım kamlı cesedimi taşıyor sadece, hepsi bu. Çapraz ölümler bilebilir bu halimi. Sen bilemezsin. Kimse bilemez. Tek gerçek bu... Âlemin kalbinde gömülüyoruz. Kim biliyor, kim görüyor bu gerçeği? Kimse bizi hatırlamayacak kimse... Bir aşk gibi, gelip geçeceğiz. Şairin dilinde çürüyeceğiz sadece: ‘‘Eski bir aşk, yeni bir ayrılıktır her zaman…’’ Kimse bilmiyor işte; Nefretin dallarında kuruyan bir hayata düştüğümüzü, bundan sonrasının olmayacağını, olamayacağını…
Gecelerimi çekip alıyorum senden. Anlamsızlığa emanet bırakmadan... Anlamına ermek için yaratılmıştım oysa. Eremedim. Neden acımasız bu kadar her şey? Neden bu kadar kalpsiz/sin? Merhamet et, beni bana bırakma. Kaybolurum bu karanlıkta, gayb olurum. İnancımı yitiririm. Olamam bir daha yeniden. Kapatma kapılarını, girmem gerekiyorsa gireyim kapından. Bırakma dışarıda beni uzaklarda. Al beni hicranlı bir yarayla. Bak ve gör. Kaybolan bir ömrün muvacehesindeyim. Topluyorum bir bir tükettiklerimi. Bu yangından öte ne kalır ki geriye. Bitecek ömrümüz. Yazmam neye yarar! Neyi çözebilir ki, aciz sözcüklerim…
Sesimi yükseltiyorum içime karşı. Yinede işe yaramıyor. Varlığım toz duman…
Yorgun gözün kanlı yaşlarını akıtıyorum, afili yalnızlıklara. Susamış ay kalıyor göğümde, yıldızlar şiirselliğini yitiriyor. Bir nokta idim eskiden, yine bir noktaya dönüşüyorum. Varoluşun ‘an’ına sığınıyorum. Hissediyorum, öldüğümüz yerde doğacağız. Kaybettik derken yeniden koşacağız yitik bahçelere. Bu umudu canlı tutuyorum sadece. Yaşımız ölümümüzden çıkarılacak. Aşktan daha masum ve iştiyak dolu olacak yeni günlerimiz, yeni güllerimiz… Güç söylencesi yalan olarak asılırken dallarına, zavallı Nietzsche gibi savrulmayacağım. Salome’ye kıymayacağım. Yapraklarımı toprağın bağrına, Tanrı’yı yeniden diriltmek için saplayacağım. Düştüğüm her yerde yeni bir iz yaratacağım, sen olmayacaksın içinde.
Üzgünüm…
Bu kentlere sığmayacak ne ömrüm, ne de mısralarım. Ateş olup kendimi gömeceğim meydanlarına yokluğun. Kayıp bir gülün rüyası gibi kokacak her yanım. Rüzgârda savrulan küllerim gölgene değecek. Gölgesini bile hatırlamayacağım çürümüş sadakatinin.
Unutma!
Yağmalanmış yağmurları bir daha almayacağım bağrıma. Sömürülmeyecek hiçbir iyi niyetim. Bir yara daha sığmaz bu kalbime. Yeter. Yer yok. Yeni bir ayrılığı kaldırmaz omuzlarım. Koynumda can çekişmeyecek bir daha kudretin yüzü…
Yitik bir hatıran dallarımda gezinecek kırgın kırgın ve bu küstah yüreğimin bunu silmeye gücü yetmeyecek onu da biliyorum. Ve erguvan kızıllığına dönecek her şeyim… Uzak ve çaresiz bir aşk, debelenip duracak her yerimde. Yürek sızısı, iç sıkıntısı… Geçer belki. Geçmek zorunda çünkü… Bir yara bir ömrü bu kadar kanatabilir ancak.
Yine de; kimse bilmeyecek be canım…
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.