KİMLER ‘İNSAN’ OLARAK KABUL EDİLEBİLİR
Ferhat Kentel
13 Ekim 2012 Cumartesi 08:18
Aslında bugün Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven’in “dağda ölen teröriste ağlamayan insan insan değildir” sözünden hareketle ona tepki gösteren bazı insanların neden insan olmaktan vazgeçtikleri, neden bazı insanları insan olarak kabul edemedikleri üzerine yazacaktım. Recep Güven’e hakaret eden, “had bildiren”, onun hakkında suç duyurusunda bulunan bazı insanların nasıl olup da kendilerini bile aşan, kendilerini milliyetçi gibi davranmaya zorlayan adeta tanrısal bir milliyetçiliğin onları nasıl esir aldığından bahsedecektim.
Ama galiba başka bir vesile, “zorunlu askerlik hizmeti” içindeki pratikler, içinde erkeklik dozu bol miktarda bulunan bu tanrısal militarist milliyetçiliğin ruh hâllerini çok iyi anlatıyor.
İşte, www.askerhaklari.com sitesinin derlediği ve “Zorunlu Askerlik Sırasında Yaşanan Hak İhlalleri” adlı bir rapor, cuma günü (dün) bir basın toplantısıyla kamuoyuna sunuldu. Site, bu raporu aslında oldukça kısa denebilecek bir dönem içinde, yani Nisan 2011-Nisan 2012 arasında kendisine yapılan başvurulardan derledi. Sadece bir yıl zarfında 432 kişi zorunlu askerlik süresince yaşamış olduğu ihlallerden “bahsetme cesareti” buldu...
Şimdiye kadar burjuvadan, enderundan, bürokrasinin has mevkilerinden ya da etkili ve yetkili makamlardan insanların çocukları dışında, Türkiye Cumhuriyeti’nin her erkek evladının başına gelen en basit ifadesiyle “kötü muameleler” hakkında bir rapor bu...
Dolayısıyla bu rapor, herkesin bildiği, askeriyenin kutsal örtüsü sayesinde korkunç bir sessizliğe mahkûm edilmiş ve şimdiye kadar kimsenin alenî bir biçimde konuşmaya cesaret edemediği ve biteviye süren bir travma mekanizması hakkında...
“Zorunlu askerlik hizmeti” denen şey, “vatanî görev”, “erkek olmak”, “peygamber ocağı”, “mecburiyet”... ne derseniz deyin, insanlık hâllerinin çeşitli veçhelerini yansıtan bir niyetle gittiğiniz, fakat oldukça “değişmiş” bir hâlde ayrıldığınız mekanizma. Rapor, işte bu mekanizmanın içinde yaşayıp, yaşadıklarını anlatma cesareti bulanların başvurularından oluşuyor ve herkesin bildiği şu gerçekleri yüzleşmemiz için burnumuzun önüne koyuyor:
Hakaret, dayak, aşırı fiziksel aktiviteye zorlama, yeterli sağlık hizmeti alamama, tehdit, şahsi işine koşturma, uykusuz bırakma ve devrecilik...
Bu kelimeler çok “hijyenik”, çok saf... Yaşanırken böylesine “hijyenik” yaşanmıyor. En basitini “hakaret”i alın ve “hakaret” deyip geçmeyin; içinde “azarlama”, “fırça atma”, “küfür etme”, “aşağılama” var. Ama “küfür” deyip de geçmeyin; namusuna çok düşkün, analarının ayaklarının altına cennet serilen bir toplumda edilen “ana-avrat” küfrü hayal edin. Yani vatanı ve sınırları “ana” ve “namus” imgeleriyle anlatan, benimseten, “ahlak”la özdeşleştirerek inşa edilmeye çalışılan bir ulusun kışlalarının içindeki uluorta, en galiz ana-avrat küfürleri hayal edin...
Buna maruz kalan gencecik insanların ruh hâliyle nasıl bir empati kurabiliriz diye de sormaya çalışıyorum. Ve araya şu soruyu da ekliyorum: o gencecik insanları insan gibi görmeyen, Uğur Kantarları “disko” denen cehennemlerde öldüren, ölümüne seyirci kalan bir mekanizmanın tezgâhından geçmiş insanlar nasıl “insan” kalabileceklerdir acaba? Ya da kendilerinden başkalarını insan olarak görebilecekler midir acaba?
Yani Uğur Kantar’a yapılanlardan bahsetmiyorum. Çünkü Uğur’un ölümü tahammül edilemez bir acı; çünkü onu öldürdüler ve ölüm nedenine “güneş çarpması” deme cesaretini (küstahlığını, sinizmini?) gösterdiler. Daha basit bir şeyden bahsediyorum: anasıyla özdeşleştirilen bir vatan için “hizmet” yapması beklenen, kişilikleri örselenmiş bu insanların (unutmayalım; kendimizden bahsediyorum) ruh hâliyle empati yapabilecek miyiz?
Tabii ki, bu empati o genç insanlar (yani aslında bizim) için çok önemli. Eğer böyle bir empati gösterebilirsek, belki biraz insanlık kazanabiliriz.
Ama daha da önemli bir başka durum var. Belki empati falan yapmaya bile gerek olmayan, soğuk, buz gibi bir gerçek var. O da şu: her geçen gün, hastalığımız artıyor. Her geçen gün, travmatik, sağa sola saldıran, birbirinden nefret eden “insancıklardan” oluşan bir toplum hâline geliyoruz ve iyileşmemiz giderek daha zorlaşıyor.
Bu yüzden, bugün “balyoz”u hapse tıkabiliriz ama dayaklı, şiddetli, küfürlü vesayet ruhunu yeniden üreten, gelecekte küllerinden doğacak yeni “balyozcukları” zaten içimizde beslemeye devam ediyoruz.
Bu yüzden, tabii ki, formel, parlak cümlelerle konuştuğumuz anayasalar, demokrasiler falan çok önemli de... galiba insanlık onuru, “insan olmak”, “başkalarını da insan görmek” gibi çok temel bir duygu bütünlüğüne ihtiyacımız daha da çok var.
Yani hem Recep Güven’e hem de askerhaklari.com’a, bize “insanlık” hatırlattıkları için ne kadar teşekkür etsek azdır.
Not: Darbelere Karşı 70 Milyon Adım Koalisyonu, 13 ekim cumartesi (yani bugün) 13:30’da Galatasaray Meydanı’nda bir basın açıklaması yapacak. Bu Balyoz planının ortaya çıktığı 20 Ocak 2013'te büyük bir yürüyüşle sonuçlanacak bir kampanyanın ilk adımı olacak. İnsanlığımızı hatırlamak için bu davalara sahip çıkmanın önemli olduğunu düşünüyorsanız, siz de davetlisiniz.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.