24 Kasım 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır16°C
  • Ankara2°C
  • İzmir9°C
  • Berlin8°C

KILIÇDAROĞLU DIŞİŞLERİ BAKANI MI OLUYOR?

Mehmet Altan

20 Temmuz 2015 Pazartesi 11:34

İki hafta önceki yazımda, siyasetin Yunanistan’da ekonomik büyüme krizini, Türkiye’de siyasal çürümeyi önleyecek, bu sorunları çözecek bir beceriyi gösteremediğini, bunun da siyasal sistemin çıkmazını koyulaştırdığını söylemiştim.

Geçen  hafta  başı  uluslararası  sistem  aniden  atak  yaptı,  yolunu  kaybetmiş  sürücülere çıkışa kadar eşlik eden motosikletli polisler gibi devreye giriverdi.

Pazartesi  sabahına  Euro  Zirvesi’nde  oybirliği  ile  Yunanistan  konusunda  anlaşmaya varıldığı haberine uyandık…

Salı  sabahı  da  İran  ile  Batılı  devletler  arasında  Viyana’da  17  gün  süren  nükleer müzakerelerde anlaşma sağlandığı haberi çıka geldi.

Çok  uzun  zamandır  uluslararası  sistem  dışında  seyreden  İran  geri  dönerken, Yunanistan’ın da sistem dışı bir noktaya kayışı tüm zorluklara rağmen şimdilik önlendi.

***

Aslında  Kıbrıs’taki,  dolayısıyla  Akdeniz’deki  olumlu  sinyalleri  de  bu  gelişmelere ekleyebiliriz.

Avrupa Komisyonu’nun Ada’nın  iki  yanını  adeta  simgesel  bir  şekilde  Hellim Peynir üzerinden  barışçıl  bir  sükûnete  doğru  götürmesi  ve  bölgede  olağanüstü  hızlanan  üst düzey trafik, uluslararası sistemin daha hızlı top oynamaya başladığının bir diğer işareti olarak yorumlanmalı bence.

***

AB,  Çipras  hükümetinin  teknik  bir  sorunu  siyasallaştırma  çabalarına  soğuk  bir tepkisellikle  cevap  verdi  ama  Yunanistan’ın  iflas  etmesine  de,  eurodan  çıkmasına  da imkan bırakmadı, ağır bir kemer sıkma reçetesinde ise ısrarcı oldu.

Yunan hükümeti de çaresiz bir şekilde ekonomik krizi teknik bir alanda çözme konumuna geri döndü.

***

İran ise kredi kartının ve yabancı paraların geçmediği, zengin petrol rezervlerine rağmen uçaklarına  yedek  parça  alamadığı  için  düşen  uçaklarda  sürekli  insanlarını  yitiren  bir ülkeydi.

Geçen hafta  itibariyle  dünya sisteminin  dışında  uluslararası  mezra  olma konumundan vazgeçme kararı aldı.

***

Geçen  hafta  olanları,  hem  uluslararası  ekonomik  sistem,  hem  de  Obama  Doktrini açısından okumakta da fayda var.

Önce uluslararası ekonomik sistemdeki son gelişmeler açısından 21’inci yüzyıla bakalım.

Örneğin,  yeni  çağın  Bretton  Woods’u  olmaya  aday  gözüken  ABD ile  AB arasındaki Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması dünya ekonomisinin yarısını elinde tutan iki gücün dünyayı yeniden şekillendirmesi anlamına geliyor.

Ayrıca  son  günlerin  en  önemli  ekonomik  gelişmelerinden  biri  de  Obama’ya  diğer ülkelerle  ekonomik  müzakere  yürütme  konusunda  geniş  yetkiler  tanıyan  ‘Ticareti Geliştirme Yetkisi’nin yasalaşmasıydı.

Bu çiçeği  burnunda yasa,  ABD’nin  Asya ve  Pasifik  Okyanusu çevresindeki  ülkelerle müzakere ettiği Transpasifik Ortaklığı’nı hızlıca sonuçlandırmasına yardımcı olacak.

***

Transpasifik Ortaklığı, ABD ile birlikte Avustralya, Yeni Zelanda, Brunei, Kanada, Şili,Peru,  Meksika,  Japonya,  Malezya,  Singapur  ve  Vietnam  olmak  üzere  12  ülkeden oluşuyor. Bu 12 ülkenin toplam ticareti, dünya ticaretinin üçte birini oluşturmakta…

Üstelik  anlaşmanın  gelecek on yıl  içinde  söz  konusu ülke  ekonomilerine  220 milyar dolarlık bir zenginlik daha katacağı belirtiliyor.

Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması ile Transpasifik Ortaklığı bir arada okunduğunda ise dünya ekonomisinin toplam 3’te 2’sinden ve dünyada yapılan ticaretin yüzde 60’ından söz ediyoruz.

21’inci yüzyıl dünya ekonomik sisteminin dinamikleriyle şekillenecek diyebiliriz.

Buna İran’ın serbest  bırakılacak yüz milyarlık mal varlığı  ile  daha sonraki  muhtemel refahını da eklersek, küreselleşmenin zenginleşme çabasının resmi görülür.

***

Gelişmelerin siyasal çehresini de anlaşılan o ki Obama Doktrini şekillendiriyor. Galiba sistemin  Türkiye  ile  ilişkilerinin  yeni  seyrini  de  bu  doktrine  bakarak  görmek gerekmekte…

ABD Başkanı Barack Obama, kendi adı ile anılan pratik ve esnek doktrinini geçen yıl,İran  görüşmeleri  çerçevesinde,  New  York  Times  Yazarı  Tom  Friedman’a,  ‘ABD’ningücünü korumakla beraber diyaloğa öncelik vermek’ olarak açıklamıştı:

“İran’ın savunma bütçesi 30 milyar dolar. Bizim savunma bütçemiz 600 milyar dolara yakın. İran bizimle savaşamayacağını biliyor. Obama Doktrini’ni sordunuz. Doktrin şu:Diyalog kuracağız ama tüm kapasitelerimizi muhafaza edeceğiz.

Bu  konuları  diplomatik  yollarla  çözebiliriz.  Muhtemelen  daha  güvende  ve müttefiklerimizi koruma konusunda daha iyi bir pozisyonda olacağız. Ve kim bilir? İranda değişebilir. Eğer değişmezse de, caydırıcılık kapasitemiz, askeri üstünlüğümüz yerinde duruyor.”

***

Aynı röportajda Obama, bölgedeki gelişmeleri de önceden haber veriyordu:

“Suudi Arabistan gibi Sünni Arap müttefiklerimiz bazı dış tehditlere sahipler ama aynı zamanda bazı iç tehditleri de var. Bazı durumlarda yabancılaştırılan nüfus, işsizlik sorunu yaşayan gençler, nihilist ve yıkıcı ideoloji ve bazı durumlarda dertler için meşru bir siyasi çıkış yolu olmadığı inancı.

Bizim işimiz bu devletlerle çalışmak ve onlara ‘dış tehditlere karşı savunma kapasitemizi nasıl geliştirebiliriz ama ayrıca bu ülkelerde siyaseti nasıl güçlendirebiliriz’ demek.

Böylece Sünni gençler IŞİD’den başka bir seçenekleri daha olduğunu da hissederler.

Bence Sünni Arap müttefiklerimizin yüz yüze oldukları  en büyük tehdit  İran’ın işgali olmayabilir. Kendi ülkeleri içindeki tatminsizlikler de ciddi bir tehdit.”

***

Obama’nın bu açıklamaları ışığında Türkiye’ye gelebiliriz.

Türkiye, dünya ekonomik ve siyasal sisteminin ihtiyaçlarının tam tersini yapıyor.

Ülkenin  zenginleşmesi  çoktandır  yerinde  saymakla  kalmadı,  bir  de  muazzam  bir yolsuzluk, hırsızlık ve talan başladı ve devam ediyor.

Ayrıca IŞİD dostluğu her şeyin önünde seyretti. Siyasal iktidar Sünni ittifak üzerinden Şia alerjisini rehber edindi.

Demokratikleşme ve refah artışı ile çözülebilecek olan iç tehditler umursanmadı.Sonunda dış politika çöktü, sıfır sorun yerine sıfır komşu hali gerçekleşti.

***

Tam da bu çıkmazda dünya Erdoğan’ın elinin uzanamayacağı bir AKP-CHP Koalisyonu arzuluyor gibi…Ankara kulisleri de gelişmelerin bu yönde olduğu sinyallerini veriyor.

AKP-CHP Koalisyonu gerçekleşirse öncelik çöken dış politikanın onarımı olacak.

Mesela CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başbakan yardımcılığıyla birlikte Dışişleri Bakanı olması kimseyi şaşırtmamalı.

Çünkü  böyle  bir  formülün  simgesel  anlamı,  pozisyonun  kendisinden  daha  da  büyük olacak ve son gelişmeler ışığında bölgeyi rahatlatması hedeflenecek.

***

Gelişmeleri  okumaktan  ziyade  bu  gelişmelere  çelme  takmaya  çalışan  Recep  Tayyip Erdoğan’ın etrafındaki  çember ise  Reza Zarrap’tan  Kürt  Sorunu’na,  gözle  görülür  bir şekilde daralıyor.

Siyasal akla ve çağın gelişmelerine kılıç salladıkça bu manzaranın seyir hızı belli ki dahada artacak.

Varsayın  ki  son  anda  Erdoğan  bu  gelişmeleri  torpilledi,  sonuç  azıcık  gecikir  ama değişmez.

Gelişmeler bunu gösteriyor.

***

Bana geçen haftanın özetini sorarsanız, size tek cümleyle cevap veririm:

‘Uluslararası sistem, sorunları elemine etmek için birçok noktada harekete geçti.

’Yunanistan, İran, Kıbrıs derken Ankara siyasetini de bu eksende okuyun, tabloyu daha rahat görürsünüz.

Gecikme, savsaklanma, sallanma olsa da tablonun pek değişmeyeceğini bilin isterim. (gazete360.com)

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.