KEMALİST VE ANTİKAPİTALİST İSLAMCI...
Cihan Aktaş
03 Mayıs 2012 Perşembe 07:18
1 Mayıs kutlamaları bana kalırsa yelpaze genişledikçe mesajını da şaşırıyor. Miting alanları sanırsınız kara para aklama piyasasını andırmaya başladı. Rancière’i hatırlama zamanı: Galiba ” filozofun yoksulları” yakın vadede çabalasa da yer bulamaz olacak o meydanlarda.
Şu var ki hayra vesile olacak tartışmalara zemin oldu bu sene 1 Mayıs. Antikapitalist Müslüman gençler, Hilmi Yavuz eleştirileri, değersiz kılınan ev içi emeği, iş alanı güvensizliği...
1970’lerde sağ reflekslerle malûl olmakla birlikte yoğun bir kendini tanımlama çabası içinde olan antiemperyalist İslamcı gençlik “devrim” kavramı karşısında ezik hissederdi kendini. İran İslam Devrimi bu ezikliğin telafisine büyük katkı sundu.
Şimdi ise 1 Mayıs üzerinden benzeri bir tartışma sürdürülüyor. Gerçi 1 Mayıs artık her kesimin el attığı bir prestij alanı, yani dünün haklı karşı çıkışının zor, mayınlı arazisi olmaktan uzak.
1 Mayıs gösterilerine katılan Müslüman gençler, İslam’ın kaynaklarına dikkat çeken bir tartışmayı sürdürüyorlar.
“Antikapitalist” olduğunu söyleyen Müslüman gençlerin sözlerini kimi açıklamalarını yadırgasak, onaylamasak bile ciddiye alalım. Muhafazakârlık ve İslamcılıkla ilişkilendirilen bir kalkınma anlayışı helâli haramı nereye koyuyor, işçinin alın terini ne ölçüde hesaba katıyor, çevre meselelerine duyarlı mı, İslam’ın evrensel mesajından ne anlıyor, bu soruları gündemde tutmak çok önemli.
***
Beri taraftan, Hilmi Yavuz’un Neşe Düzel söyleşisinde öne sürdüğü gibi İslamcıların kemalistleştiğine dair iddia çok büyük bir genelleme. Hangi İslamcı kemalistleşti? Metin Önal Mengüşoğlu mu, Alev Erkilet mi, Ümit Aktaş mı, Sabiha Ünlü mü, Cahit Koytak mı, Hüseyin Hatemi mi, Yıldız Ramazanoğlu mu, Atasoy Müftüoğlu mu, Akif Emre mi?
Hükümet çevresinden yükselen entelektüellere ve sanatçılara dönük tepkilerde somutlaşan popülizmin İslamcılıkla bir ilgisi yok bana kalırsa, ANAP döneminde de benzeri açıklamaları duyabilirdik. Sözkonusu olan büyük bir keyif ve rehavetle muhafazakârlaşırken aynı zamanda kemalist refleksler sunan iktidar söylemi. O yapı olduğu gibi korundukça bitişik kaplar teorisi de hükmünü sürdürmeye devam edecek.
Yavuz’un Akif’i şair yetkesini daraltmaya dönük bir anlamda “akaid şairi” olarak nitelemesini de doğrusu yadırgadım. Akaid sahibi olmak şairi engelleseydi, Sezai Karakoç şiirinden mahrum kalmış olurduk. Epik üslubu “ezelden aşinanım ben ezelden hem zebanımsın” gibi mısralarla ezber bozan Akif, mahalleden, sokaktan yükselen sesiyle çok erkenden 2. Yeni’nin haberini de veriyordu. Bu görkemli sadeliğin karşısında ise Yahya Kemal estetiği sanatı dar bir alana ve çevreye ait kılarken, İslam’ın evrensel mesajını da tek, biricik, olmuş-bitmiş bir medeniyet olmakla sınırlayan bir kabulün kaynağına dönüşüyor.
Yavuz’un “İslam medeniyeti estetik bir medeniyettir”, cümlesini Hegel’in “sanatın çağı bitti, estetiğin çağı başlıyor” şeklindeki tesbitini hatırlayarak okudum. Bana kalırsa her medeniyetin bir estetiği vardır zaten. Önemli olan o estetiğin içinde donakalmadan yeni üsluplara sıçrayacak ivmeyi yakalamak.
Müslüman burjuvazi, çirkin camiler... Bu konuda kısmen haklı Yavuz. “Çirkin cami” bir Anadolu göçü fenomenidir ve karakalabalıkların varoşlarda tutunma alameti olarak okunduğu ölçüde doğru anlaşılabilir. Ancak kendilerini burjuvazi olarak takdim etmeye çalışan Müslüman zengin veya kapitalistlerin kültürle sanatla ilişkisinin müzayede mantığının ötesine geçmediği de bir vakıa. İnsan duvara Cezanne tablosu astığı için sanatsever, evini hat tablolarıyla donattığı için de muhafazakâr Müslüman olmuyor. Yavuz’un eleştirdiği bu kesimler ne şehirli kapitalist sayılır, ne de şehirli zengin anlamında Müslüman. Doğrusunu isterseniz bu konuda bir post-kemalist uyarlanmadan söz edilebilir.
Her zaman şu kanaatimi dile getiriyorum: Siluet birden bozulmaz, bir bozulma baş göstermişse sebebi derinlerden bastırıyordur. İstanbul’un silueti bozuluyor deniyorsa, bunun sebebini yıllarca kemalist otistik politikaların bir eseri olarak dokusunu ikiye bölen otobana bir çıkışı bulunmadan nâmevcut bir semt halinde gün geçiren Sultanbeyli gibi semtlerin büyüme sorunlarında aramalı.
***
İslam her zaman mazlumların umut kaynağı olmayı sürdürecek şekilde yeniden ve yeniden kaynağından öğrenilmeli, çünkü insandan ve tarihten okumayı önemli bulsak da, açık ki insanlar değişir, medeniyetler yorulur.
Mekke’de olduğu gibi aşağılanan kölelerin, emeği sömürülen kesimlerin, ancak yüksek sınıfa mensupsa adam yerine konulması muhtemel kadınların yeni bir insanlık bilinciyle hayata başlamasını mümkün kılan bir din, bir öğreti İslam. Fakat bu dinin doğduğu sahnede aynı zamanda Hazreti Muhammed’i (sav) servetiyle desteklemiş bir Hatice, mağaradakilerin ikincisi olan bir Ebubekir gerçekliği var.
Antikapitalist Müslüman gençler, devlet yapısına eklemlenen dünün İslamcılarının mağdur söylemi üzerinden tahakküme açılan dil ve üsluplarından, kekelemeye yol açan cevapsızlıklarından rahatsızlar haklı olarak. Ancak medyanın içerik boşaltma tehdidi karşısında sürdürdükleri eleştiri nasıl bir istikamet kazanacak, bunu zaman gösterecek. Ümit Aktaş’ın altını çizdiği gibi, meselenin salt bir mal mülk düşmanlığı olarak okunmaması gerekiyor. Yokluk içinde büyük sözler edebilir, anarşizmde sınır tanımayabilirsin, ama bakalım helâl kazancını paylaşmayı başarabiliyor musun?
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.