23 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara12°C
  • İzmir18°C
  • Berlin1°C

KEFARETİ ÖDEME ZAMANI

Etyen Mahçupyan

05 Ağustos 2012 Pazar 08:17

Suriye'deki toplumsal çalkantı ve ona karşı yürütülen devlet zorbalığı, Türkiye'de epeyce karmaşık duygular yaratmakta.

Çünkü her şeyden önce yanı başımızda insani bir trajedi yaşanıyor ve müdahale edilmiyor. Üstelik Suriye'deki halklar ile Anadolu'dakiler arasında, Osmanlı döneminden bu günlere sarkan yakın bağlar var. Nitekim Türkiye'nin dış politikası da bu duyarlılık üzerine yoğunlaşarak başladı ama anlaşılan kimseyi çok fazla ikna etmedi. Çünkü söz konusu duyarlılığın ötesinde olduğu düşünülen bir aculluk sergilendi ve bu hafif panik halinin Kürt meselesinde Türkiye'nin paralize olma haliyle bağlantılı olduğu değerlendirmesi yapıldı.

Suriye'deki muhtemel geleceğin, orada yaşamakta olan Kürtlere şu anki duruma göre son derece radikal özgürlükler getireceği ve yerel bir iktidar alanı oluşturacağı açık. Bu gelişmenin Irak Kürdistan Yönetimi'nin etkisinde olacağı, ama aynı yönetimin kendi gücünü katlayacak olan bir Suriye Kürt ayağına fazla mesafeli duramayacağı da belli. Diğer bir deyişle Barzani'nin 'çift yönlü' bir yana, 'çok yönlü' siyaset yapacağı ve sonucun belli olmayacağı bir sürecin içinden geçiyoruz. Muhakkak ki Barzani'nin ideal senaryosu kendisini tepede tutacak bir Kürt coğrafyaları ve müstakil yönetimleri konfederasyonu veya en azından iş birliği örgütlenmesidir. Ancak bunu istemek olmamasını da garanti eder... Böyle bir sonucun olayların akışı içinde, büyük kimliksel kırılmaların yarattığı dinamiklerin etkisiyle, farklı Kürt gruplarının menfaatlerini dengelemek üzere, kısacası 'doğal' olarak ortaya çıkması gerekir. Aksi halde bölgenin Irak Kürdistanı'nı da istikrarsızlığa sevk edebilecek bir karmaşa döneminden geçmesi ve Barzani'yi sıradan ve etkisiz bir aktör haline getirmesi mukadder...

Dolayısıyla Türkiye'nin de kendisini gizleyen, mütevazi, küresel iradenin parçası olarak algılanan bir strateji izlemesi gerekiyordu. Eğer amaç Suriye'nin bütünlüğü ise, bunun oradaki tüm tarafların kabulünü gerektirdiği belliydi. Esed'i güç kullandığı için gayrı meşru ilan eden bir müdahalenin, çözümü zorlamak için taraflardan bazılarına baskı uygulaması pek de 'hoş' bir yaklaşım olmazdı. Ne var ki galiba Türkiye'yi yönetenler gerçekten de artık 'büyük ülke' olunduğuna, 'bize sorulmadan' çevremizde hiçbir şeyin yapılamayacağına, 'evet' demediğimiz hiçbir çözümün hayata geçemeyeceğine inanıyorlar. Türkiye'nin bu 'oyunun' iki önemli aktörü ABD ve Rusya nezdinde önemli olduğunu, 'kırılmaması' için özen gösterileceğini öngörebiliriz. Ama bunun mantıklı bir bedel olması gerekiyor... Oysa Türkiye'nin Suriye hassasiyetinin asli nedeni olan 'Kürt meselesini çözememiş olmanın' getirdiği zaafı, dünyanın kabulleneceği bir statükoya dönüştürmek imkansız. ABD ve Rusya da Suriye'deki yeniden yapılanmayı Türkiye'nin 'milli' isteklerine göre düzenleyecek olmadıkları gibi, bunun bizzat Türkiye'nin yeniden yapılanması için bir dürtü olduğunun farkındalar. Bu durum Türkiye'yi kendi 'ortakları' karşısında bile hayli zayıf bırakıyor. 

Söz konusu kıskacın dışına çıkmanın tek bir yolu kaldı: Kürtlere evrensel hak ve özgürlük standartları her ne ise, onları tanımak ve gerisini talep edebilmenin siyasetini de meşru kılmak. Yani hemen yapılması gereken düzenlemelerin yanında, anayasanın kotarılması ve PKK'nın hem masaya hem de genelde siyasete davet edilmesi lazım. 'Teröristlerle masaya oturulmaz' diyenlerin terör uygulayan Suriye yönetimi gibi devletlerin de gayrı meşru hale geldiklerini ve Türkiye'nin geçmişten gelen böyle bir kamburu olduğunu unutmamalarında yarar var. Türkiye Cumhuriyeti Kürtlere karşı çok günah işledi ve şimdi kefaretin ödenme zamanı. 

Türkiye bu dönemeci az hasarla ve kendi zamanlaması içinde geçmeyi hedeflemişti ama iki hata yaptı. Birincisi Suriye'deki tüm tarafları eşit bir biçimde 'kucaklayan' bir görüntü yaratamadı. İnsan olmayı öne çıkaran bir yaklaşımla başladı ama giderek Sünnileşti ve böylece hem çatışmanın parçası oldu hem de 'küçüldü'. Bunun asıl nedeninin Şii cemaate yakın duramamak değil, Kürtlere uzak durmak olduğu ise aşikardı. İkinci hata ise artık dış politikanın tarihin yüküyle birlikte ele alınması gerektiğini hatırlatıyor: Türkiye Suriye'deki Kürtlerin bir bölümünü şimdi 'gördü' ve onları PKK destekçisi olarak tanımlamakla yetindi. Suriye Kürtleri yıllardır hiçbir haklarını alamazken, vatandaş bile olamazken Erdoğan ile Esed aile dostuydular... İnsani duyarlılığı bu kadar gelişmiş olduğu söylenen Türkiye acaba Suriye Kürtlerini nasıl ve niçin böyle kolaylıkla yok sayabildi? Çünkü onların önemli bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu sırasında devletin zorbalığı karşısında kaçmak zorunda kalan Kürtlerdi... 

Suriye'nin Kürtleri'nin PKK yandaşı olmasından rahatsız olanlar, acaba Türkiye'nin konu Kürtlere geldiğinde sergilediği duyarsızlığından ve nobranlığından rahatsız olmuyorlar mı? Tarihin bir adaleti olacaksa, Türkiye'nin Suriye konusunda çok az söz hakkı olmalıdır... Çünkü bizzat kendi vatandaşına karşı günah işlemiş ve kefaretini ödememek için 'siyaset' üretmiş bir devletten söz ediyoruz.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.