21 Kasım 2024
  • İstanbul6°C
  • Diyarbakır11°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin1°C

KCK VE STATÜKO (1)

Nabi Yağcı

05 Kasım 2011 Cumartesi 03:42

Sınavdayken de öğrenilebildiğini her öğrenci kendi deneyimiyle bilir. Değişimin dinamik mantığını sınav içinde öğrendiğimiz bir zamanı yaşıyoruz. Bu zaman 2000’li yıllarda kendini açıkça duyuran bir zaman. Önceki zamanlardan farkı değişimin bir günde, bir ayda, bir yılda gerçekleşen değil sürekli bir hâl almış olması, başka deyişle “sürekli değişim”. Ne var ki, kendimize devrimci, liberal falan da desek gündelik mantığımız sürekli değişimi kavrayacak biçimde yapılanmış değildir.

Hatırlayalım. Değişim isteyen aydınlar içinde de bu 2000’li yıllar boyunca ayrışmalar yaşandı. Kemalizm, laikçilik eleştirisinde blok görünüm veren aydınlar mesele başörtüsüne gelince çatladılar, “hizmet verenler takamaz, alanlar takar” gibi bir uzlaşma formülü ortaya çıktıysa da tutmadı, tutamazdı da, zira gerçeklik başkaydı ve formüllere sığmıyordu. Hayat kendi yolunu izleyerek kendi yatağını buldu. Bu tartışmanın en azından ateşi söndü. Bir başka ayrışma “Ermeni soykırımı” meselesinde yaşandı. Tarihî gerçeklerin peş peşe sökün etmesi bu tartışmanın da alevini aldı, Ermeni soykırımı bugün daha rahat telaffuz edilir oldu.

Kürt sorunu ise halen aydınlar ve kamuoyu içinde en önemli ayrışma konusu. 

Nereden nereye gelindi?

Çok mesafe kat edildiğini en başta altını çizerek söylemek gerek. Kısaca söylenirse “Kürt yoktur”dan bugün Kürtlerin özerklik haklarını tartışma noktasına geldik. Şimdilerde bu klişe yeniden canlandırılmak istense de “terör örgütü” eklemesi kullanılmadan PKK’den söz edilmezken bugün yalnızca Kürt değil PKK realitesinden söz edilebiliyor.

Ne var ki Kürt ve PKK realitesini gören ve dillendiren aydınlar ve demokratik kamuoyu bugünlerde KCK operasyonları nedeniyle yeni bir ayrışma yaşıyorlar. Ayrışmanın merkezinde KCK’nın ne olup ne olmadığı ve buna karşı tavır yer alıyor. Bu tavır alışlar Kemalizm, laiklik, Ermeni sorunu, Ergenekon davaları konularındakinden çok daha sancılı olacak. Olacak çünkü sözünü ettiğim değişim süreci artık parça parça değişimlerden, yapısökümünden geçerek devletin radikal biçimde değişimine gelip dayanmış durumda.

Ölümler, acılar, tutuklamalar zorlasa da gelişmelere yine de sosyolojik açıdan, bir tarihçi, sosyal bilimci gibi araya mesafe koyarak soğukkanlı bakabiliriz; bunu yapabilirsek eğer yarınki kuşakların yaşayacağı olağan hayatı bugünden görebilir ve hayatın akışına bugünden doğru müdahaleler yapabilir, bu süreci kısaltabilir ve acıları azaltabiliriz.

Seyirci olmayacaksak yapabileceğimiz ve geleceğe karşı duyarlı insanlar olarak yapmamız gereken şey de bu. 

Kritik eşik

Evet, Türkiye son on yılda yalnız Kürt sorununda değil pek çok alanda değişimci bir mesafe kat etti. Bu değişim sürecinde kritik moment askerî vesayet rejiminin sökülmesiydi. Bu büyük ölçüde başarıldı. Söküm kısmî anayasa değişikliğiyle taçlandı. Kalıntıları ve geriye dönüş olasılığı varsa da sonuç itibariyle başarıldı. Ne var ki, askerî vesayet rejiminin yerini alacak sivil demokratik, özgürlükçü bir “kurumsal” yapılanma henüz gerçekleşmedi. Ortada ciddi bir boşluk var.

Haydi o klişe lafı edelim, yeridir; hayat da siyaset de boşluk tanımaz.

O nedenle askerî vesayet rejimini sökerek demokrasi açısından kritik momenti aşan Türkiye şimdi bu sürecin devamı olarak kritik bir eşiğe geldi. Moment ile eşik kavramları arasındaki fark süreç ile iradi karar arasındaki farka tekabül eder. Somut örnek anayasa meselesidir. Değişim bir süreç olarak işledi ve bizi yeni bir anayasa yapma noktasına getirdi; yapıp yapmayacağımız veya nasıl bir anayasa yapacağımız ise bizlerin kararına bağlı, bu artık sürecin çözeceği mesele değil.

Karar ama bir gecede, bir günde alınacak bir karar da değil bu. İyi planlayıp, iyi tartışmamız gerek. Tartışmanın merkezinde ise bana göre ulus-devlet modeli duruyor. Tarihsel açıdan ulus-devlet modelinin eleştirisinde hemfikir olan aydınlar bugün Kürt sorununun çözüm yolu ve KCK nedeniyle ayrışıyorlarsa –ki öyle olmakta ve bu ayrışma çok doğal, o kritik eşiğe geldik demektir.

Bu eşik “ulus-devlet “ mantığını aşan bir yönetim modeli tasavvuruna varamadığı durumda geriye gidiş ve otoriter bir rejime dönüş hiç de beklenmedik olmaz.

Eşiğin nasıl bir şey olduğu ve nasıl aşabileceğimiz üstüne düşüncelerimi yazacağım, fakat peşin olarak nasıl ‘aşılamaz’ı söylemeliyim.

Güç kullanma yoluyla aşılamaz. Ne devletin silâh ve yasa gücüyle ne de devlete karşı silâh gücüyle...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.