22 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır14°C
  • Ankara17°C
  • İzmir21°C
  • Berlin3°C

‘KATİLLER ARAMIZDA’

Orhan Miroğlu

27 Şubat 2012 Pazartesi 08:01

Avrupa’da toplama kamplarıyla ilgili haberler 1942 yılında bütün dünyaya yayılmaya başladığında, insanlar bu anlatılanlara inanmak istemediler. Anlatılanlar o kadar korkunç şeylerdi ki, savaştan sağ çıkanlar, tam da anlatılanların bu korkunçluğu nedeniyle, toplama kampları hakkında ileri sürülen yığınla bilgi ve tanıklığı inkâr etme eğilimi gösteriyorlardı.

Toplama kamplarından sağ olarak kurtulanların kendileri dahi, radyoların ve haber ajanslarının yaydığı hikâyelere inanmak eğiliminde değillerdi. Çünkü SS subayları tarafından daha önce uyarılmış ve sistemli bir propagandanın hedefi haline gelmişlerdi.

Yazının başlığı Simon Wiesenthal’in bir kitabının adıdır: Katiller Aramızda.

S. Wiesenthal, kendi ailesinden 89 kişiyi kaybetmiş, savaştan sonra hayatını Nazi savaş suçlularının yakalanmasına adamış ve çok sayıda savaş suçlusunun yakalanıp İsrail’de yargılanmasını sağlamış bir yazar.

Primo Levi
, Boğulanlar Kurtulanlar adlı eserinde, Wiesenthal’ın kaleme aldığı bu kitaba atıfla, SS milislerinin tutukluları sinsice uyarmaktan büyük bir zevk aldığını söylüyor ve Wiesenthal’ın kitabından bir alıntı yapıyor:

“Bu savaş nasıl sona ererse ersin, size karşı savaşı biz kazandık; tanıklık etmek için bir tekiniz bile hayatta kalmayacak, ama biriniz kaçmayı başarsa bile dünya onun anlattıklarına inanmayacak. Belki kuşkular, tartışmalar, tarihçilerin araştırmaları olacak, ama kesin bilgiler bulunmayacak, çünkü sizinle birlikte kanıtları da yok edeceğiz. Geriye birkaç kanıt kalsa, içinizden birileri yaşamını sürdürse bile, insanlar anlattığınız olayların inanılmayacak kadar vahşice olduğunu söyleyecekler: Bunların müttefik propagandasının abartmaları olduğunu belirtip, size değil, her şeyi yadsıyacak olan bize inanacaklar. Lagerlerin tarihini yazdıracak olan bizleriz.” (Primo Levi, AGE, Can Yay. Sayf: 9)

Uzun bir anlatı oldu belki, ama burada söylenenler sanki bugünün Türkiye’si için söylenmiş sözler gibi duruyor. Kanıtların yok olduğunu düşünenler, bu davalardan bir şey çıkmaz diyenler, insanların mağdurlara değil, hâlâ kendilerine inandıklarını düşünen cellatlar, celladına tapan mağdurlar, başka bir tarih yazımının asla mümkün olmadığına inananlar..

Bu genel tablo maalesef 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’sıyla birçok bakımdan örtüşüyor. Türkiye’de bugün en önemli davalar için toplumun geniş bir kesiminde derin kuşkular, delillere ulaşamama durumu ve bütün bu kötülükleri yapan ve hâlâ da yapmak arzusunda olan güce asla dokunulamayacağına dair güçlü bir inanç mevcut.

Bu tablo içinde, Türkiye’de, zulmün tarihini kimler yazacak, zulüm görenler mi, yoksa bu zulmü uygulayanlar mı, sorusu bence belirleyici bir soru haline geliyor.

Bizim de tıpkı 2. Dünya Savaşı’nı yaşamış Avrupalı halklar gibi, hakikate derin bir şüpheyle yaklaşmak, kurbanlara ve mağdurlara değil, muktedirlere inanmanın rehavetine kapılmak ve siyasi kültürümüzün en belirleyici özelliklerinden olan, devletin o hiçbir zaman hesap vermeyecek olmasına ilişkin güçlü bir kanaatimiz var.

Gerçi Avrupa’da hiçbir şey Nazilerin sandığı gibi gitmedi. Avrupalılar bu netameli tarihi zalimlerin elinden çekip çıkarmayı bildiler. Avrupalı entelektüeller, sanatçı ve düşünürler savaş sonrası Avrupa’sında, tarih yazımını, bizdeki gibi, resmî tarih yazıcılarının eline bırakmadılar. Savaş sonrasının acılarıyla, yüzleştiler ve hesaplaştılar. Avrupa Birliği projesi bu hesaplaşma üzerinden inşa edilmiş bir insanlık projesi olmaktan başka nedir ki?

Oysa bizde her şey yeni başlıyor. 1915’in tarihi, İttihatçıların ve Kemalistlerin yazdığı gibi duruyor. Ona daha dokunulmadı. Halkın ve aydınların, üniversitelerin genel kanaati, hâlâ ve büyük oranda, bu resmî tarihin verilerine ve inkâra dayanıyor.

Öte yandan, Cumhuriyet’in kuruluşuyla beraber yok sayılan, kitlesel katliamlara uğrayan Kürtlere yapılanların inanılmayacak bir tarafı kalmadı.

Mağdurların artık Meclis’e taşınan anlatımları ve tanıklıkları, insanı insanlığından utandıracak örneklerle dolu. Ama yine de Türk halkının bütün bu tanıklıklara ve yaşanmış olan şeylere ne kadar inandığını bilmiyoruz. İnanmak da yetmiyor. İnanıp da, bütün bunları müstahak olarak gören ve “isyan edene başka ne yapılacaktı ki” diyebilecek olanların sayısının epey kabarık bir sayı olduğunu düşünüyorum.

Hem Kürt meselesi, hem Anadolu’nun etnik temizliğe uğratılması hadisesinde, genel bir dezenformasyon amaçlı yürütülen psikolojik harbin bir ayağı Türkiye’de ama bir ayağı da dünyanın ta öbür merkezlerinde ve çok etkili yöntemlerle sürüyor.

Ergenekon davası, netameli bir geçmişi günümüze bağlayan bir dava oldu. Dolayısıyla dün Kürt katliamları –Dersim ve benzeri– ve Ermenilerle Süryanilere karşı girişilen etnik temizlik söz konusu olduğunda, dünyanın ve Türk halkının kendilerine inanmalarını isteyenlerin zihniyetiyle, Ergenekon davalarını içerde ve dışarıda, itibarsızlaştırmak için yoğun bir psikolojik harp uygulayanların zihniyeti de, amaçları da aynı.

Yüzyıl sürmüş bir zulüm tarihini, o zulmü iliklerine kadar yaşamış halkların elinden çekip çıkarmak..

Başarısız oldukları söylenemez.

Türk halkı 1915’e, Dersim’e, yakın zamanda JİTEM’in işlediği cinayetlere ne kadar inanıyorsa, Kürt halkı da PKK’nin iç infazları ve muhaliflerini yok etme hikâyelerine ve olaylarına o kadar inanıyor desek, herhalde çok da yanlış olmaz.

Nürnberg Mahkemesi’ndeki yargılamalar, Ekim 1946’da sona erdi.

Bir ay sonra, kasım ayında Amerikan bölgesinde yapılan bir ankete katılan Almanların yüzde 37’si, “Yahudilerle, Polonyalıların yani Ari olmayanların yok edilmesini Almanların güvenliği için gerekli gördüklerini” dile getirdiler.

Bugün Ergenekon anlayışını –İttihatçılığı– ve Ergenekon tipi örgütlenmeleri Türk ırkının geleceği için gerekli görenlerin ekseriyette olduğunu düşünmek doğru değil.

Ama Türkiye’de gerçek tarihin, “ulusal güveni ve geleceği” buralarda arayanlarla buna karşı çıkanların mücadelesiyle belirlendiğinden hiç kuşku duymamak lazım.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.