22 Kasım 2024
  • İstanbul7°C
  • Diyarbakır6°C
  • Ankara14°C
  • İzmir17°C
  • Berlin-1°C

KATI ÇÖZÜLÜRKEN KATILIK ÇÖZÜMSÜZLÜK ÜRETİR

Nabi Yağcı

09 Eylül 2010 Perşembe 17:44

O ünlü sözle söyleyelim: Katı olan her şey buharlaşıyor. Hiçbir şey eskisi gibi olamıyor, eski haliyle durduğu yerde duramıyor, durmak istiyor ama olmuyor, altındaki toprak kayıyor. O nedenle değişimlere ayak direyenler durarak geriliyorlar. Değişim ortamında korumacılık insanı geriye, çözüm değil, çözümsüzlük üretmeye sürüklüyor. Bugün durum bu.

Fikri olmayanlar kaba güce, kaba yalanlara başvuruyor. Söyleyecek bir sözünüz olsaydı, sözünüzün doğruluğuna güvenmiş olsaydınız, bir fikriniz olsaydı çıkar konuşurdunuz. Susturulsaydınız haklılık kazanırdınız. Ama öyle değil, dikkat ediyorum, daha söze başlarken, henüz sözünüzü söylememişken saldırıyorlar. Demek ki fikirlerimizden korkuyor ve susturmak istiyorlar. Fikirden korkanlar acizlerdir. Neden “evet” dediklerini anlatmak için konuşanlara yumurta, boya türünden çer çöp atanlar kafalarında fikir yerine çer çöp taşıyorlar demektir.

Fakat yanılıyorlar, tarihte fikri susturmak için kaba güce başvuranların yanıldıkları gibi. Ne Adalet Ağaoğlu ne de Osman Can susar. Susmuş, susturulmuş da değiller. İzmir’deki toplantıda saldırıdan sonra durumu hep birlikte değerlendirdik. Hepimizin düşüncesi aynıydı. Belli ki birileri bir yerlerde Can’ın katılacağı toplantılar için karanlık şeyler planlıyorlar. Saldırılar kendiliğinden olaylar değildi. Bu tuzak bozulmalıydı.

Çünkü Demokratik Yargı Derneği Eşbaşkanı Osman Can onlar için önemli hedeflerden biri. Anayasa değişiklik paketi, AYM ve HSYK’yı demokratikleştirmeyi hedef alan ve bu nedenle nasıl vesayet rejiminin yüreğine saplanan bir hançer ise, hem yüksek yargıyı içerden bilmekten gelen duruşu ve hem de zengin hukuk bilgisiyle Can da vesayetçileri “can evinden” vuruyordu. Bunu herkes gördü. Yürekli bir aydın olarak bu kampanyaya olağanüstü katkı vermişti zaten. Vermeye de devam ediyor.

Osman Can üstüne bir şey daha söylemek isterim. İzmir’deki toplantıda konuşmalarımızda bir noktada farklı bir vurgumuz oldu. Onun konuşmasından kendim için üzerinde düşünmemiş olduğumu fark ettiğim yeni bakış açısı yakaladım. İdeoloji ile kurumlar arasındaki diyalektik ilişkiyle ilgili bir meseleydi bu. Her hangi bir kurum değil ama devleti devlet yapan temel kurumların kurumsal yapısını bir yapı bozumuna uğrattığınızda yani yapısal bir değişiklik yarattığınızda devletin ideolojik yapısında olabilecek ciddi değişimle ilgiliydi mesele. Yanlış anlaşılmasın, konuşması öyle teorik laflarla donatılmış değildi, gayet somuttu.

Konuşmasını ilgiyle izledim, o kadar ki, daha fazla dinleyebilmek için, ikinci tur söz hakkımı, birkaç şey söyledikten sonra ona verdim. Lafın özü şu: Anayasa değişiklik paketiyle yüksek yargıda yapılmak istenen değişikliğin önemi üstüne hepimiz çok kez yazdık ama Can’ı dinledikten sonra “evet” diyen bizler bile bu değişikliğin önemini yeterince fark etmediğimizi anladım. O zaman derin devletin “hayır” cephesine neden bu denli güç yığdığını, hayır çıkması için niye bu denli canhıraş biçimde çaba harcadığını, referandumu bir ölüm kalım meselesi yaptığını daha iyi anlıyorum.

Devlet vesayetçilerin elinden gidecek ama korkanları kandırmak için söyledikleri gibi AK Parti’ye de geçmeyecek. Zira bu değişikliklerle, devleti devlet yapan bu temel kurumlar eğer demokratik olmayan bir siyaset ortaya çıkarsa onların kullanabilecekleri bir alet olmaktan da çıkmış yalnız siyaseten değil ideolojik olarak da göreceli tarafsızlaşmış olacak. Bu nedenle “hayır” diyenler gerçekte AK Parti’nin devleti ele geçireceğinden dolayı değil devlet kendi ellerinden gittiği için bağırıyor ve saldırganlaşıyorlar.

Böyle bakınca BDP-PKK’nin boykot kararına bir kez daha hayıflanıyorum. Kürt meselesinin özelinde kendi adıma doğru bulmasam da boykot bir yere kadar anlaşılabilirdi ama “katı boykota” yönelmek bu anlaşılabilirlik zeminini ortadan kaldırıcıdır. Katı boykotçu tutum derken kast ettiğim yalnızca sandığa gitmemek yönünde açık baskılar değil. BDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın son konuşma ve söyleşilerinde boykot kararlarının dayanaklarını açıklarken dayandığı argümanların “hayır” diyenlerin argümanlarına benzediğini görüyorum. Oysa herkes biliyor ki Kürtlerin önemli çoğunlu “evet” eğilimlidir. Veya Diyarbakır Belediye Başkanı Baydemir’in baskı anlamına geldiğine kuşku olmayan, istenilen oranda boykot çıkmaz ise istifa edeceğini söylemesi gibi.

Anahtar rolde olmak iyidir ama o anahtar eğer demokrasi kapısını açacaksa iyidir. Hele eğer “evet” ve “hayır” arasında açık ara bir fark olmayacağı tahminleri doğruysa bu durumda katı boykotçu tutum demokrasimiz açısından büyük bir vebal altına girmektir.

Dahası da var; Kürtlerin coğrafyasında da katı olan her şey buharlaşıyor, değişim ortamında böylesi katı tutumlar, katı politikalar ileriye doğru sağlıklı olmayan bölünmelerin de tohumunu eker, çünkü “korumacılık” anlamına gelir.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.