KARMAŞIK BİR HİSSİYAT TÜRKLERİNKİ
Roni Margulies
10 Kasım 2012 Cumartesi 06:16
Bali’de demiş ki Başbakan:
“Günümüzde demokratik süreçlerin kapsayıcı, şeffaf, hukukun üstünlüğünü esas alan ve azınlıkların haklarını gözeten şekilde oluşturulması kaçınılmaz gereklilik.”
Bir dostumun yorumu şöyle oldu:
“Acaba Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olduğunu mu unutmuş, yoksa Türkiye'nin dünyada olduğunu mu?”
Bir başka dostum, şöyle bir metin kaleme aldı:
“Türkiye buna müstahak değil!
Her geçen gün düzeyi biraz daha düşen siyasî söylemimiz geçtiğimiz günlerde yeni bir rekor kırdı. Recep Tayyip Erdoğan'ın ‘bahtsız Bedevi’ sözü ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun kutup ayılı cevabı ile adiliğin, süflîliğin, edepsizliğin daha önce tecrübe etmediğimiz bir noktasına eriştik.
Artık yeter diyoruz. Tahammül sınırlarımızı aştınız. Tiksiniyoruz sizden, utanıyoruz. Biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, ister iktidarda olsunlar, ister muhalefette, politikacılarımızın devlet adamı olmasını istiyoruz, sokak serserisi değil.
Bu devletin başbakanlığına seçilmiş olan kişinin, işgal ettiği mevkiin önemine ve kıymetine vâkıf olmasını istemek hakkımızdır. Hükümetin başında olmak insana bazı sorumluluklar yükler. En temel hicap duygusundan yoksun bir başbakan yalnız kendisini değil, ülkesini de rezil eder.
Muhalefetin sorumlulukları da iktidardan aşağı değildir. Siyasî rakipleriyle senli benli konuşan, hakaret etmekten, hakarete hakaretle cevap vermekten geri kalmayan bir muhalefet, demokrasiye hizmet etmez, ona zarar verir. Muhalefetin görevi küfürleşmek değildir.
Toparlanın beyler. Bıktık artık. Siyaset bekliyoruz sizden, it dalaşı değil.”
Bu sözlere çoğu Taraf okurunun katılacağını tahmin ediyorum. Ama toplumun geneli için aynı şey geçerli değil bence.
Genelin ne düşündüğünü kestirip ona uygun davranmakta hiçbirimiz Tayyip Erdoğan’ın eline su dökemeyiz.
Bir örnek vereyim.
Türkler savaştan bezdi, barış istiyor.
Bundan hiç kuşkum yok.
Ama bu kadar basit değil.
Türkler her koşulda, ne olursa olsun, muhakkak barış istemiyor.
Yenilmiş olmak istemiyorlar. Bugüne kadar onlar adına yapılanların yüzlerine fazla vurulmasını istemiyorlar. Öteki’nin çok fazla zafer narası atmasını, sevinmesini istemiyorlar.
Barış istiyorlar, ama biraz “bizim istediğimiz gibi” olmasını, biraz “biz bahşettik” olmasını istiyorlar, öteki’nin biraz müteşekkir olmasını istiyorlar.
Bütün sertliğime rağmen, bütün ödün vermezliğime rağmen, Türklerin bu hissiyatını anlaşılır buluyorum. Yanlış olabilir, ama anlaşılır.
Bu hissiyat, “Türklerin haklarını kim koruyacak!” veya “Hep Türkler mi suçlu?” gibi iyice anlamsız ve sağcı bir şekil aldığında öfkelenmiyor değilim. Ama diyorum ya, anlaşılır bir yanı var. Kimse burnunun sürtülmesini istemez. İnsanlık hâli.
Bu nedenle, karmaşık bir hissiyat Türklerinki.
Bir yandan, bütün kamuoyu yoklamaları büyük çoğunluğun barış istediğini gösteriyor, ama öte yandan aynı büyük çoğunluk açlık grevlerini desteklemiyor, yüzlerce insanın ölümle burun buruna olması karşısında sessiz ve ilgisiz kalıyor.
Çünkü barış istiyorlar, ama “Kürtler kazandı”, “Açlık grevleri Türk hükümetini dize getirdi” diye düşünülmesini istemiyorlar.
Benzer bir şekilde, büyük çoğunluk bir Ermeni’nin öldürülmesi karşısında öfke duyuyor, Ermenilere ve diğer azınlıklara devletin eziyet etmesini yanlış buluyor. Üstelik, 1915 soykırımını bal gibi biliyor, hatta hafif bir suçluluk bile hissediyor.
Ama aynı zamanda, aynı çoğunluk açık açık “Türkler soykırım yapmıştır” denmesini istemiyor. Ezilmek, barbar gibi görünmek istemiyor.
Bu nedenle de, karmaşık bir hissiyat Türklerinki.
Ve bu karmaşık hissiyatı Tayyip Erdoğan çok iyi biliyor, çok iyi anlıyor.
Ve ona uygun davranıyor.
Nasıl mı?
Açlık grevlerine teslim olmuyor. Grevin tüm talepleri aslında kabul edildi; önümüzdeki dönemde hepsi uygulanacak. Uygulamak zorunda olduğunu Başbakan çoktan biliyor. Grevlerden önce de biliyordu.
Ama uyguladığı zaman, grevlerle alakası yokmuş gibi uygulayacak.
Hükümetin Kürtlere ihsan ettiği bir şeymiş gibi uygulayacak.
Türklerin karmaşık hissiyatına tam uygun düşen bir şekilde.
Hem Kürt sorununda hem diğer azınlıklarla ilgili konularda yıllardır bir adım ileri, iki adım geri gidiyor oluşumuz bundan kaynaklanıyor.
AK Parti’nin on yıl sonra hâlâ popüler bir parti olması bundan kaynaklanıyor.
İkide bir geri adım atılmasını engellemenin yolu, Türklerin karmaşık hislerini aşmasını sağlamak, barışın ve eşitliğin Türkler dâhil hepimiz için iyi olacağına Türkleri ikna etmek.
Nasıl yaparız, tam bilemiyorum.
Ama kitlesel bir Türk barış hareketi yaratabilirsek, eşit vatandaşlığın Türkler tarafından kitlesel bir şekilde talep edilmesini sağlayabilirsek, hiçbir hükümet bir daha geri adım atamaz.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.