KARDEŞLİK VERGİSİ VE KÜRDİSTAN
Mücahit Bilici-
20 Kasım 2013 Çarşamba 08:46
Kimilerinin bayrak yapıp gönderine çektiği “Türkiye Türklerindir” sloganı hâlâ eleştiriliyor. Fakat toplumun kahir ekseriyeti bu slogana inanıyor diye tahmin ediyorum. En sofistike tutum, aslında doğru olan bu sloganın böyle söylenmesinin ayıp olduğu için söylenmemesi gerektiği yönündeki tutumdur. Bu konuda duyarlılık gösteren elitlerin önemli bir kısmının serdettiği bu nezaket de barış sürecinin hassasiyetine ilişkin bir maliyet hesabından kaynaklanıyor. Yoksa biri çıkıp desin ki “Türkiye Türklerin değil, Türkiye’de yaşayan herkesindir.” Bunu kabul edecek vatandaş sayısı çok azdır.
O zaman, bu ülkeyi Türk olmayanlara nasıl ait kılabileceğiz sorusuyla karşılaşıyoruz: Temel haklarda popülist galeyancılığa karşı direnerek ve oy kaybı kaygısı gibi mazeretlerin arkasına saklanmayarak. Adı Barış Süreci’ne indirgenmiş olan Kürtlerin hukuk ve egemenliğinin restorasyonu sürecinin bugüne kadarki en büyük zaafı buydu ve benim sürece yönelik temel eleştirim hep şöyle oldu: Hükümet Kürtlerin temel haklarını Kürtlere bakan veçhesiyle neredeyse sadaka verir gibi verirken, Türklere bakan veçhesiyle neredeyse sıfır maliyet çıkarıyor. Başka bir ifadeyle, AK Parti hükümeti Kürtlerin haklarını elinden geldiğince Türklere çaktırmadan vermeye çalışıyor. Yani Kürtlerin özgürleşmesinde Türklere hiçbir fatura, bedel çıkmıyor.
Bu açıdan geçtiğimiz haftasonu gerçekten de tarihî bir gündü. Çünkü açılımın samimiyetine ilişkin ilk somut emareleri gördük. Evet, Barzani ve Şivan’ın Diyarbekir’e gelmesi ve yapılan konuşmalar sembolik bir devrim niteliğindeydi. Vesile olan herkese teşekkürler.
Türkiye tarihinde kardeşlik hizmeti vere vere bitap düşmüş Kürtlerin hep maruz kaldığı kardeşlik edebiyatı sembolik alanda ilk kez kardeşlik akdine evrilme sinyali verdi. Zira, Türkiye’de ilk kez Türklere kardeşlik vergisi için fatura kesildi. Neydi bu fatura? Başbakan’ın Kürdistan’dan Kürdistan diye bahsetmesi, Kürdistan’ı inkâr üzerine kurulu devlet geleneğine son vermesidir.
Sadece ulusalcılar değil, özellikle dindar Türklerin önemli bir kısmı bu kelimenin dile getirdiği hakikatten rahatsız oluyor, bu kelimenin gün yüzü görmemesi için insanları acımasızca etiketliyorlardı. İşte bu dindar insanlar ilk kez bedel ödeyip, Başbakan söyledi diye bu kelimeye karşı saldırıya geçemediler. İçlerine sindirmek zorunda kaldılar. Yani ilk kez Kürtlerin varlığına dair sembolik bir fatura ödediler.
Benim açımdan olayın en önemli tarafı budur. Çünkü Başbakan, bir hakka hak demek için devletin hak demesini bekleyen nice devletperesti Kürdistan kelimesini kullanarak insanlığın içine salıverdi. Zaten meşru olan Kürdistan resmî de oldu. (Kürdistan dedim diye geçmişte benim gibilere Kürtçü, bölücü, ırkçı deyip saldıran dindarlar ve onların teröründen çekinip bu kelimeyi telaffuzdan korkan nice eli kalem tutanlar, hepinize geçmiş olsun!)
DERSANELERE DAİR
Halife, İsa’yı çarmıha germekle tehdit ederken, herkesin sadece kendinin değil herkesin hukukunu savunacak demokratik terbiyeyi edinmesi gerektiği açığa çıkıyor. Hükümetin dersaneler konusunda teknik bir kaygıdan çok siyasi bir kaygıyla hareket ettiği anlaşılıyor. Hükümet Cemaat’i siyaseten dövmek istiyor olabilir ama bunu dershaneleri yasaklayarak yapmak yanlıştır. Parti kapatmak devri bitti derken şimdi cemaat kapatma dönemi başlamamalı. Devletin yolaçtığı resmî bir ihtiyaca cevap vermek için ortaya çıkmış özel teşebbüsü yasaklamanın mantığı ve imkânı yok. Muhtemelen dersaneler kapanmaz ama bu kapanma tehdidi Demokles’in kılıcı gibi bir süre sallandırılır.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.