24 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Diyarbakır11°C
  • Ankara2°C
  • İzmir9°C
  • Berlin12°C

"KALP İBRESİ"

Fatma Barbarosoğlu

11 Mayıs 2010 Salı 15:55

Yorgun ve kırıcı bir günün ardından akşam vakti eve dönüyorum. O kadar çok insanın kahrını, kaprisini çektim ki. Allah'ım senin rızan için sustum, dedim yol boyunca. Mükâfatımı büyük istiyorum. Konuşamadığı için susanlarla, konuşabildiği halde susanların payını ona göre ayırırsın değil mi diye kendimce "pazarlık" yapmaya çalıştım. Bu gün beni naz ehlinin içine yazıver diye dua ettim.

Sıhhatsizlik zor bir şey. Şimdiye kadar bedensel sıhhatsizliğime sıhhatli bir bilinç hali eşlik etti. Ama bu defa dişimdeki ağrı ile belimdeki ağrı birleşince ve ben bu iki ağrıya rağmen sokağa çıkmaya devam edince, beden ve ruh birbirinden çaldı ve sonunda iki tarafı da sıfırlamış oldum.

Oysa yarın yola çıkacağım. Allah'ım bana ihsanını gönder dedim. Kim gelse ihsan bileceğim. İhsanıma dört elle sarılacağım.

Kargo geldi. Kargodan Fethullah Gülen Hoca Efendi'nin "Kalb İbresi" kitabı çıktı.

Tam da İzmir'e gidecekken ve kalbim bu kadar yorgunken, şifa bu kitaptan dedim. Ve de tuhaf bir şekilde Fethullah Gülen Hoca Efendi'nin "İzmir" ile bağını unuttuğumu fark ettim, Cuma günü yayınladığım yazıda. Kitabın tam da "şimdi" gelmesinin, unutkanlığımı hatırlamama vesile olduğunu düşündüm.

Tefe'ül ettim. Ne mi çıktı? Hüzün ve tefekkür bahsi çıktı.

Bunu o kadar manidar buldum ki. Hüzünlü bir çocuktum. Hüzünlü bir gençlik yaşadım. Ama şimdilerde hüznün farklı bir boyutuna vasıl olduğumuzu fark ediyorum birkaç arkadaşım ile beraber.

Her vesile ile gözümüzden yaş damlıyor artık. Dostlarımız çocuklarını evlendiriyor, gözyaşı ile eşlik ediyoruz. Dostlarımızın torunları oluyor, gözyaşı ile kokluyoruz.

Ve dostlarımızın ölüm haberini alıyoruz. Herkese her vesile ile akan yaş, bu defa kuruyor. Bir dostun ölüm haberini almaktan daha zor bir şeyin olmadığı zamanlara mı geldik!

İnsan dostunun ölümünde, ölümü tefekkür edemiyor. Fenafil ölüm oluyor da hayata dönmekte güçlük çekiyor.

Oysa hayattan kopup kopup hayata geri dönmemiz gerekiyor. Tıpkı günlerce ağzına tatlı sürmeyen birinin tatlı ile ilk buluşmasında yaşadığı keskin tada kavuşurcasına kavuşmamız gerekiyor hayatın ritmine. Hayata teslim olmadan hayat içre olmayı başarabilmek için, Efendimizin "Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim" düsturuna sahip çıkabilmek için, şöyle bir durmamız gerekiyor.

Dünyanın içine düştüğü yozlaşmayı, çürümeyi ve hızla ilerlediği sonu geciktirmek için hayatı ve ölümü bütün insanlığı içine alacak şekilde yeniden tanımlamak zorundayız.

Dünyanın gidişatına dair kadim bilgilerimizi güncelleyerek ışık oluşturmakta güçsüz kalıyoruz. Peşine takıldığımız teknolojinin kalbimizdeki ışığı kapattığını fark etmiyoruz. Bizi insan kılan "zaruret miktarı" ölçüsünü yerle bir ettiğini fark etmiyoruz. Her şeyi kendi nefsimizi için sonuna kadar istiyor ve bu bencillik mayasını kendi çocuklarımızdan başlayarak bütün bir kuşağa aşılıyoruz. Çocuklarımızı bencilce yetiştirirsek onları yarınlara hazırlayacağımızı ve "başarılı" kılacağımızı zannediyoruz.

"Kutlu doğum" haftaları kutluyoruz. Efendimize duyduğumuz muhabbeti tüketim kodlarının diline tercüme etmeye kalkarak.

Kalbimizin ibresi titriyor.

Biz ne dağdaki çoban olabildik ne de yaşadığı şartlara rağmen kalbine bir kara iplik düşürmeyen şehirdeki veli kardeş olabildik.

Hüzün ki en çok yakışandı bize. Hüznü terk ettik. Dibini bulmuş bir eğlence anlayışı var dört bir yanımızda.

Kalbimizin ibresi nereyi gösteriyor? Bu sorunun cevabını bulabilmek için önce bu soruyu gündemimize almamız gerekiyor.

Sorabilmek içinse önce hayatı "zaruret miktarı" yaşamaya razı olmak gerekiyor.

Evet, Hoca Efendi'nin kitabından tefe'ül ederek okuduğum bahis bende bu izi bıraktı. Bakalım sizin nasibinize ne düşecek?

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.