23 Kasım 2024
  • İstanbul17°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara11°C
  • İzmir19°C
  • Berlin2°C

KADER

Etyen Mahçupyan

28 Kasım 2013 Perşembe 08:54

Kürtler kabaca iki yüz yıldan bu yana kendi yaşadıkları coğrafyada belirli bir özgürlüğe sahip olmak hedefiyle siyaset yaptılar.

İmparatorluk döneminde yerelin serbestliği, otorite dışı kalması, imtiyazlı kılınması anlamına gelen bu talep, ulus devlet dünyasına girildikten sonra ‘bölgesel özerklik’ şeklini aldı, ama muhtevası kabaca aynı kaldı. Bir dönem cazip gelen ‘bağımsızlık’ fikri hızla parlayıp söndü, çünkü belki de yüzyıllar boyu bir imparatorluğun hem ‘merkez dışı’ alanında yer almanın, hem de gerektiğinde onun hukuki güvencesine sahip olmanın avantajları zihinlere nakşolup bir siyaset geleneği haline gelmişti. Bu arada Kürt coğrafyası yapay ulus devlet üretimi neticesinde dörde bölündü ve Kürtleri ulusal kimlikleri sahiplenen devletlere muhatap kıldı. Bir anlamda Kürtler dört farklı kimlikle kuşatıldılar ve tarihin bu döneminde coğrafyanın parçalanmasıyla ortaya çıkan ulus devlet ‘hücrelerine’ hapsoldular. Ardından Kürtlerin söz konusu dört devlet içinde de bastırıldığı, dışlandığı, ezildiği, kültürlerinin ellerinden alındığı, hatta gayri insanileştirildikleri bir süreç yaşandı. Ortaya çıkan isyanların başarısız olması, devletlerin müdanasızlığını daha da artırdı ve Kürtler tarihsel sürecin bir anında sanki sahneden düşecek bir fazlalık, bir yük gibi görülmeye başlandı.

Ancak aynı tarih 20. yüzyılın son çeyreğinde farklı bir ihtimalin tohumlarını atıyordu ve nitekim bugüne gelindiğinde, Ortadoğu’nun yeniden şekillenmek durumunda kaldığı bir noktada, Kürtler kendini kanıtlamış iki güçlü siyasi hareketle siyasete damgalarını vurdular. Yüzeysel bir bakışla en doğal beklenti PKK ile Barzani’nin KDP’sinin işbirliği yapması ve bölgenin bu durumundan yararlanan bir pazarlık gücü oluşturmasıydı. Ne var ki ‘Kürtlük’ hayali her Kürt’ün zihninde romantik bir gelecek tasavvuruna karşılık gelse de, kültür ve zihniyet alanındaki farklılıklar bu dört coğrafya parçasındaki Kürtleri birbirinden ayırmakta. Siyaset ise her aktörün kendi sosyolojik tabanı üzerinden güç inşa edebileceği bir alan… Buna geçmiş sürtüşmelerden ve ideolojik ayrışmadan beslenen aktör rekabetini eklediğimizde, PKK ile KDP arasında bir ortaklığın hayalci bir zorlama olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz.

Durumu daha da karmaşıklaştıran ise, dört ülkede de faaliyet gösteren PKK bunları birleştiren bir konfederasyon projesi ile Türkiye’de özerkleşme arayışı arasında kalmışken, KDP’nin Türkiye ile ilişkisini giderek derinleştirmesi. Çünkü bu durum PKK’nın Ortadoğu genelindeki inşa edici etkisini azalttığı ölçüde, onu Türkiye’de hoşlanmadığı bir açmaza sokuyor. Sanki PKK’nın alternatif üretme gayretlerine karşın, kader onu sürekli aynı noktaya geri getiriyor. Bu nokta Türkiye’de çözüm olmadan Ortadoğu’da Kürtler lehine genel bir çözümün de olamayacağıdır. Buna karşılık Türkiye’nin de kendi topraklarındaki bir çözümün Ortadoğu’ya yansımaları ile birlikte ele alınması gerektiğini bilmesi gerekiyor. Diğer bir deyişle Kürtlerin siyasi hareket yeteneklerinin sınırını çizmeye heveslenen bir çözümün de Türkiye’de kalıcı olması zor.

Kader Kürtlerin kendi içindeki gerilimin Türkiye üzerinden giderilebileceğine, yumuşayabileceğine ve ortak bir tasavvurun üretilmesine hizmet edebileceğine işaret ediyor. Nitekim bugün Kürtlerin birçoğunun hayallerini süsleyen en ‘ihtiraslı’ gelecek kurgusu, Kürt meselesinin Türkiye’de demokratik özerklik çerçevesinde çözülmesinin ardından, Misak-ı Milli sınırlarına doğru kendiliğinden ve gönüllü genişlemeye yol açan bir birliktelik sürecinin inşası. Böylece İran bir kenarda kalsa bile, gelişmiş demokrasisiyle bir istikrar alanı yaratan, muhtemelen AB üyesi olacak olan bir konfederal yapının, neredeyse bir ‘mini imparatorluğun’ ortaya çıkması düşleniyor. İran’ın da bugünkü haliyle pek sürmeyeceği düşünüldüğünde, fazla uzun olmayan bir süre içinde bütün Kürt coğrafyasının bu yeni devletin parçası olabileceğini öngörmek mümkün. Bugünkü dengeler Kürtlerin birleşmesine izin vermiyor, çünkü böyle bir girişim Türkiye’nin kaybedilmesi demek. Türkiye olmadan Ortadoğu’nun kimliksel ‘bataklığına’ saplanan bir Kürt dünyasından ise demokrasi ve istikrarın çıkmayacağı açık… Kader Türkiye’yi de aynı perspektiften bakmaya zorluyor. Kimlik siyaseti yapan Kürt yelpazesinde PKK ‘Türkiyelilik’ anlayışını içselleştiren belki de tek hareket. Hayallerin peşinden gitmek durumunda değiliz, ama ortada bir gerçek var: PKK eğer Türkiye’yi kaybederse bölgedeki etkisini de yitirebilir. Ancak Türkiye de eğer PKK’yı kaybederse, ülkenin bir parçasını manen elinden kaçırmakla kalmaz, bölgede sıradan bir aktör olarak kalır.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.