JİYANA İNSANÊN WİNDAYİ
Orhan Miroğlu
31 Aralık 2011 Cumartesi 00:40
Botan’a ateş düştü..
Uludere’de katliama uğrayan 35 Kürt köylüsünün yası tutuluyor Botan’da.
Bu katliam bir ilk değil. Son olacağına inanmamız için hiçbir sebep yok..
Roboski katliamı, Kürt sorununda güvenlik algısıyla hareket etmenin ve bu algıdan demokratik zemine geçişi mümkün kılacak hemen hiçbir adım atmamanın sonucudur.
PKK’yle savaşın, Kürtlerle savaşa dönüşmesi için bir kıvılcım yeter diye yazılar yazdık.
Bu kıvılcımı çakacak güçler sadece bu ülkenin sınırları içindeki güçlerden ibaret değil dedik, Türkiye kendi Vietnam’ına çekilmek isteniyor dedik, kulak asan olmadı.
Haberiniz olsun, şimdi sadece Botan’da değil, bütün Kürdistan’da “Ömer Muhtar ruhu” dolaşıyor!
İstenen de budur zaten.
Üç bin köyün haritadan silinmesi, 17 bin faili meçhul cinayet, tıka basa dolu cezaevleri, Kürtlerin Türklere karşı “ulusal birliğini” kurmaya yetmedi.
Şimdi ne dağlarda gerilla savaşı mümkün artık, ne şehirlerde intihar eylemleri yeter bu savaşı sürdürmeye.
Bu savaşın sürmesi, Kürt halkının arasında “Ömer Muhtar ruhu”nun dolaşmasından geçiyor..
İki halkın en yoksullarını bunun için öldürmeye devam ediyorlar.
Yoksul Kürtleri de yoksul Türkleri de, kirli bir savaşın kurbanları haline getirenlerin eski zaman tanrılarından farkları yok!
Yeni yüzyılın yeni savaş tanrıları, her iki halkı açıkça adını koyalım, ayırmak için kollarını sıvamış görünüyorlar..
Pervasız ve cüretkârlar..
Komplo teorilerine hiç inanmam. Ama görünen köy kılavuz istemiyor.
Yarın Yüksekova’da, veya Diyarbakır’ın yoksul bir mahallesinde kimin tarafından kullanıldığı bile belli olmayacak kimyasal silahlarla öldürülmüş yüzlerce insan cesediyle karşı karşıya kalabiliriz.
Büyük oyunun gerçeğe dönüşmesi, büyük katliamların hayata geçmesine bağlıdır.
İnşallah yanılırım, ama benim inancım odur ki, ölenlerin yaşam hakkı, yaşam hukuku, bir kez daha ortada ve sahipsiz kalacak ve çok geçmeden muhtemelen bu katliam da, tıpkı diğerleri gibi, bir “devlet sırrına” dönüşecek.
Oysa bu hükümetin hiç görmek istemediği, halkından sır gibi gizlediği büyük hakikatlerin ve sırların üstü aralanmazsa, bu halk Kürt’üyle Türk’üyle bu hakikatleri öğrenemezse, savaş tanrıları, çok geçmeyecek, hükümete de geçmiş olsun diyecekler!
PKK’yle savaşı, sivil Kürtlerle savaşa çevirmeye çalışanlar hâlâ MİT’te, ve başka istihbarat örgütlerinde belli ki güçlerini korumaya devam ediyorlar. Susurlukçuların dahi toptan tahliye edildiği bir ülkede kim neden korksun?
Köşe yazarlarından ve medyadan mı korkacaklar, geçiniz..
Köşelerine katliamla ilgili cevapsız kalmış soruları taşıyanlar da, o soruları okuyanlar da bir süre sonra unutmaya başlayacaklar..
Hep böyle olmadı mı zaten.. Binlerce sivilin hayatını kaybettiği bu kirli savaşta, cevabı doğru dürüst verilmiş kaç sorumuz var?
Daha sıkı bir savaşa değil, bizi ortaklaştıracak moral değerlere hep beraber sarılmaya ihtiyacımız var. Hükümet bunun farkında değil ama. Farkında olsa, devlet adına bir özür duyardık. Farkında olsa, 35 kişinin hayatı bu denli “kayıp ve ucuz hayat” muamelesi görmez, “operasyon kazası” olarak tanımlanmaz, ama Trakya’dan Botan’a yas ilan edilirdi.
Ölülerin arasında dolaşan bir Kürt kadınını gördüm bir haber sitesinde..
Ağıt yakmıyordu ve ağlamıyordu, gözpınarları kurumuştu sanki.. Ellerini boşlukta, sağa sola sallayıp duruyor ve Kürtçe “jiyana insanên windayi” deyip duruyordu..
Yani kayıp insanların hayatı..
Kayıp insanların hayatı bir kez daha karardı, Botan’ın kayıp insanları, F-16’larla paramparça edildiler.
Dün Botanlı bir dosttan bir telefon aldım. “Kayıp insanların hayatını” ve o insanların umut bağladıkları dünyevi ve ilahi her gücün, gün gelip nasıl da karşılarında bir cellâda dönüştüğünü anlattı bana..
Onun yaşadığı bölgede bir katliam gerçekleşmiş ve o bu katliamı, siyaseti de oralarda yarım asırdır olup bitenleri de çok iyi bilmesine rağmen, siyasi yorumlar yapmak yerine, katliamı, Botan Mir’i ve onun halkından bir çocuk arasında geçen bir hikâyeyle izah etmeye çalışıyordu.
Telefonda anlattığı hikâye, katliamdan sonra işte “AKP’nin gerçek yüzü budur!” veya “kaçakçılara PKK tuzak kurdu” deyip duranlara bir şey anlatmayabilir, ama anlayana da bence çok şey anlatıyor.
Botan Mir’inin bu çok bilinen hikâyesine göre, Mir kurdeşen hastalığına yakalanmış, gece gündüz kaşınıp duruyormuş. Tabipler Mir’in derdine deva bulmak için uğraşıp duruyor, bilinen her türlü ilacı deniyor ama Mir’in hastalığı bir türlü deva bulmuyormuş. Sonra tabiplerden biri Mir’e Botan’ın bir köyünde yaşayan 15 yaşında bir çocuğun kanını vücuduna sürerse hastalığın geçeceğini söylemiş. Mir’in askerleri gidip çocuğu bulmuşlar, annesini ve babasını servete boğarak alıp Mir’in karşısına getirmişler. “İşte” demişler Mir’e, “kanıyla size şifa verecek çocuk budur!”
Mir, az sonra öldürteceği çocuğun yüzüne bakmış ve tuhaf bir şeyle karşılaşmış..
Çünkü, az sonra idam edilecek olan bu çocuk sürekli gülümsüyormuş.. Mir askerlerine, “Bu çocuğu daha yakına getirin” diye emir vermiş. Askerler sürekli gülümseyen çocuğu Mir’in oturduğu tahtın yanına getirmişler.
Mir çocuğa neden güldüğünü sormuş. Çocuk anlatmaya başlamış ve “Çaresizliğime gülüyorum Mir’im” demiş! “Sen beni öldürmek ve kanımı vücuduna sürmek istiyorsun. Bu durumda ölümden kurtulmak için benim yapacağım ne olabilir? Tabii ki Allah’a yalvarmak ve dua etmek. Düşündüm, bunun boşuna olduğu sonucuna vardım. Çünkü Allah daha ben doğarken, benim kanımın bir Mir’i iyileştireceğini kaderime yazmış.. Annem ve babama güvenmem için ise sebep yok, çünkü onlar beni sana sattılar.. Geriye güveneceğim ve Allahın alnıma yazdığı bu kaderden beni kurtaracak bir tek Mir’im var! O da benim kanımın peşinde! Mir’im iznin olursa ben sana sormak istiyorum şimdi, bu durumda ben gülmeyeyim de kim gülsün be Mir’im! Yani alnıma yazılan kadersizliğime gülmekten başka elimden bir şey gelmediği için gülüyorum!”
Mir bu sözlerden sonra, çocuğu affetmiş ve saraya alınmasını emretmiş. “Çünkü” demiş Mir, “Bu çocuk sahip olduğu zekâsıyla ölmeyi değil, benim sarayımda vezir olmayı hak ediyor!”
Kürtlerle, onların kanını, canını talep eden bugünün Mirleri ve bugünün Dehakları arasında yaşanan hikâye, Mir’le çocuğun hikâyesinden çok farklı değil inanın..
Yüzyıllar geçiyor, ama Botan’da bir şey değişmiyor..
Değişecek dediğimiz zamanlarda, birileri çıkıp aynı hikâyeyi bu halka yaşatıyor maalesef..
Kan ve can pahasına..
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.