22 Kasım 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır6°C
  • Ankara10°C
  • İzmir17°C
  • Berlin0°C

JİTEM

Ahmet Altan-

23 Ekim 2012 Salı 08:20

Bazı “kötü” subaylar Güneydoğu’da herkesten habersiz JİTEM diye bir örgüt kurmuşlar.

Binlerce insanı sokaklarda öldürmüşler, işkence yapmışlar, cesetlerini topu mezarlara gömmüşler.

Haraç toplamışlar.

Mafyayla işbirliği yapmışlar.

Bütün bunları yıllarca sürdürmüşler.

Ordunun bunlardan haberi olmamış.

Şu anda tutuklu bulunan eski Jandarma Komutanı’nın anlattığı JİTEM hikâyesi bu.

Ben bu anlatımı okuduğumda, JİTEM’in “nasıl” kurulduğunu anlamadım ama “niye” kurulduğunu anladım.

Eğer bir ülkenin generalleri, o ülkenin insanlarının böyle hikâyelere inanacak kadar aptal olduğuna inanıyorlarsa her şeyi yaparlar.

JİTEM’i kurarken buna inanmışlar.

Peki, o generalleri bu halkın böylesine aptal olduğuna inandıran ne ya da kim?

Benim tek bir cevabım var.

Medya.

Bir toplumun aklının ve zekâsının doğru çalışması için medyanın ona “gerçekleri” anlatması gerekir.

Toplum gerçekleri öğrenemediği zaman doğru tepkileri veremez.

Ve, halkı öldürenler, soyanlar, eziyet edenler, bu sessizliği bir “akılsızlık” olarak yorumlarlar.

İşledikleri günahları işlemeye fütursuzca devam ederler.

Medya, olanları dürüstçe anlatsaydı toplum buna tepki verir, binlerce insan sokaklarda vurulmazdı.

Ordunun içinden çeteler çıkmazdı.

Bakın dün Genelkurmay Başkanlığı bir emir yayınladı, bundan böyle askerlerin “hava yoluyla” nakledilmesine karar verdi.

Eğer, Dersim’de bir otobüsün içinde PKK tarafından öldürülen silahsız erlerin neden böyle bir saldırı karşısında açıkça hedef durumuna getirildiği toplum tarafından sorgulanmasaydı, ordu bu emri yayınlamazdı.

“33 asker”
faciasından bu yana “karadan nakillerde” askerlerin toplu hâlde öldürülebildiğini bildikleri, tecrübeleriyle bunu öğrendikleri hâlde neden bugüne dek böyle bir tedbir almadılar?

Çünkü bugünkü kadar sert bir tepkiyle karşılaşmadılar, yaptıkları hatalar böylesine keskin biçimde sorgulanmadı.

Medya, devleti sorgulamadığı zaman, devletin elindeki güç “yasadışına” çıkar, bu kaçınılmazdır.

Medya artık orduyu sorguluyor.

Çünkü ordunun iktidarı bitti.

Ama aynı medya, siyasi iktidarın “savunduklarını” sorgulamıyor.

Ordu Uludere’de 34 kişiyi öldürdü.

Hükümet orduyu savundu ve Uludere sorgulanamadı.

Sorgulayanlar işlerinden atıldılar.

Ordu, Suriye’ye bir uçak gönderdi, uçak düşürüldü.

O uçağı oraya kimin, niye gönderdiğini hâlâ bilmiyoruz.

Sorgulanmıyor da.

Çünkü hükümet o uçak felaketini de savundu.

Şimdi generaller “sorgulanmamak” için hükümetin arkasına saklanmaları gerektiğini öğrendiler.

Hükümet onları savunduğunda medyanın sesi çıkmıyor, hükümet onları savunmadığında medyanın sesi çıkıyor.

Hükümetin savunmadığı “askerlerin karadan nakli” gibi hatalarını ve ihmallerini hemen düzeltiyorlar, açıklamalar yapıyorlar.

Ama hükümetin savunduğu Uludere gibi, Suriye’de düşürülen uçak gibi olaylarda sessizliklerini sürdürüyorlar, hatalarını düzeltecek tedbirleri almıyorlar, gerçekleri toplumla paylaşmıyorlar.

Bu durum, ordunun yeniden yapılandırılmasını engelliyor.

Hâlbuki bu ülkenin ordusunun baştan aşağı yeniden oluşturulması, eğitiminden teçhizatına, nereye niçin harcadığı bilinmeyen paralarından zorunlu askerliğe kadar her parçasının yeniden kurulması, modernleşmesi, toplumun denetimine açık bir hâle getirilmesi gerekiyor.

Sadece “35. Madde’nin” değiştirilmesiyle yetinilecek bir durum yok ortada.

Siyasete çok fazla bulaştığı, içinde “çetelerin oluşmasına” izin verdiği için askerlik mesleğinin gereklerinden kopmuş bir ordu var karşımızda.

Meselenin generallerin Başbakan’ın karşısında el pençe durmasıyla çözümlenemeyeceği Uludere’de, Suriye uçağında, korunamayan karakollarda, hedef hâline getirilen silahsız askerlerde ortaya çıktı.

Ordu bugün siyasi iktidara saygı gösteriyor ama “topluma” saygı göstermiyor.

Topluma saygı gösterseydi Uludere’de neler olduğunu toplum da bilirdi.

Siyasi iktidarla ordu elbirliğiyle bu katliamın sorumlularını saklamazlardı.

Amaç, orduyu siyasi iktidarın emrine vermek değildir, amaç orduyu toplumun denetleyebileceği, sorgulayabileceği bir yapıya kavuşturmak, her hatanın ve ihmalin hesabının toplum önünde verileceği bir şeffaflığa kavuşturmaktır.

Ordunun, toplumun değil de siyasi iktidarın emrinde olması, ikisinin bazı olaylarda suç ortaklığı yapması, sonu kanlı darbelere kadar uzanabilecek bir faşizmin yolunu açar.

Orduyu demokrasi içinde tutmak, ancak onu parlamentonun, medyanın, toplumun denetleyip sorgulayabileceği yasal bir yapının içinde yeniden şekillendirmekle mümkün olabilir.

Ama hiçbir temel konuda olmadığı gibi ordu konusunda da ciddi bir reform görmüyoruz.

Temel sorunlar duruyor, sadece onların görüntüsü değişiyor.

O sorunlar orada durdukça, onların yeniden ne zaman “gerçek görüntülerine” döneceğini de hiç bilemeyiz, hep tehlike altında yaşarız.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.