İSLAMCI ENTELEKTÜELİN İKTİDAR MESAFESİ
Cihan Aktaş
29 Ağustos 2011 Pazartesi 11:14
Geçen hafta bu sütunda yayımlanan Türkiye ve İran’da entelektüellerin savrulmalarını konu alan yazımdaki kimi “kapalı” hususları açmaya çalışacağım bugünkü yazımda.
Ardımızda kalan yirmi yıl içinde İslamcılar bağımlı entelektüelin de iktidara belli bir mesafede durması gerektiği gibi hassas bir ilkeyi gözetmede tedbirli davranmadılar, iktidara mesafe konusunda eksik ya yenilenmeye fırsat bulamamış bir tecrübe yüzünden; İran gibi, Türkiye’de de. Önlerindeki başarı örneği Aliya’ydı. Oysa Aliya az bulunur bir yıldızdı; zirvedeyken bile iktidar perspektifinden bakmamayı başararak “özgürlüğe kaçan” adam olmaya devam etti.
Apansız yakalayan sorunları aşmak yerine, sorunların önüne katılmaya zorlayan zorlu konjonktür entelektüellerin dilinin siyasetin maskeli dili içinde görünmez kılınması gibi bir sonuç ortaya koyuyor şimdilerde. İnsan Nabi Avcı’dan yeni bir kitap okumak istiyor. Peki, ne yapmalı? İran’da çoktandır dillerde dolaşan Çernişevski’nin ve Şeriati’nin sorusu şimdilerde Türkiye’de de dile getirilmeye başlandı. Soru entelektüelin yeniden o nefret duyurtan fildişi kulesine geri dönmesi arzu edilmeyeceği için de soruluyor.
Dilinin iktidarla örtüşmesi gibi, reel politikten kopması da entelektüeli bir dağılmanın tehditlerine maruz bırakıyor.
Kristeva’nın Samuraylar’da (ve Simone de Beauvoir’in de daha önce Mandarinler’de) anlattığı entelektüellerin siyasal açıdan düşülen hayal kırıklıklarıyla dağılmaya uğraması, varlığını reel politiğin yağmasına açarak tüketmenin hikâyesidir büyük ölçüde.
İktidarla mesafesini kurmakta aşırılıklar sergileyen entelektüel ola ki bir zaman sonra içe kapanıyor, sessizleşiyor, geleneğe dönüyor, mistik oluyor. Kristeva’nın kahramanı Herve gibi, medyatik düşünüre dönüşüyor.
İran’da reformist dinî aydınlar, içinde bulunduğumuz yıllarda eski tartışma başlıklarını açmaktan öte gidemiyor. Sosyolog Emin Bozorgyan ülkesinin entelektüellerinin Heideggerize olduğunu ifade etmişti bir yazısında. (Toplumsal varlığın Heideggerize olması, her türlü gerçek yüceliğin reddi ve gündelik hayatın aşırı bir şekilde önemsenmesidir.)
Türkiye’de ise liberal ittifak sürecinin getirdiği yeni soruların ağırlığı yüzünden, liberalist rüzgârlarla sürüklenme kaygısıyla bir kez daha tarihsel sığınağın mevzilerine, mesela yeni Osmanlıcı duyarlığın sularına çekilmeye meylediyor İslamcı entelektüel. “Sol İlahiyat” gibi Batı’dan aktarılan tartışmalara içerik kazandırılma çabası ise dil uyumu problemleri nedeniyle iktidar alanındaki savrulmalara dönük bir tepki olarak okunuyor olsa olsa.
Bir Jivago küskünlüğü, bir Şebusteri hermeneutiği... 2000’lerin ikinci yarısında İranlı İslamcı aydınlar devrimlerinin sağcı/muhafazakâr bir algıya kilitlenmesinin sıkıntılarını yaşarken ev ortamlarının sohbetlerine, özel alanlarda gerçekleşen tartışmalara çekildiler. Türkiye’de ise liberalleşme korkusunun özgürlük korkusu olarak anlaşılması, her zaman yozlaşma ve savrulma söylemleriyle hemhal olan İslamcı aydınlarda muhafazakâr refleksleri harekete geçirdi. Düşünürlerimiz şimdilerde her şeyin ne kadar kötüye gittiğini anlatırken –tıpkı yüz yıl önce de yapıldığı üzere– sosyal problemleri ille de başörtülü kızların kıyafetlerinin zaaflarında özetliyor.
İran’ın İslamcı entelektüelleri için iktidarda olan, hakikatin tecessümüydü, kuşkusuz. Şimdi, yeniden yola çıkmak için iktidarda bulunan fikriyata destek olurken bile muhalefete özgü bir bakışı (teyakkuz halini) korumanın nasıl mümkün olacağı konuşuluyor ev toplantılarında ve weblog’larda.
Türkiyeli İslamcı aydınlar ise 60’lardan itibaren daha radikal olarak varlıklarını bir muhalefet dili üzerinden tesis ettikleri için de iktidarla mesafe bağlamında bocalama yaşamaya devam ediyorlar.
İran’da Ayetullah Humeyni’nin vefatının ardından Rafsancani’nin müdahalesiyle istişari niteliği iktidar alanı oluşturacak şekilde değiştirilen Velayet-i Fakih kuramı, entelektüellerin kırmızıçizgisi oldu. Buna karşılık Türkiye’de iktidar sorumluluğunun şokuna uğrayan İslamcılar her konuda medya tarafından yönlendirilen özümsenmemiş konuşmalarla bir zihnî dağınıklık sergilemeye başladılar. İran’ın Şeriati’nin ve Mutahhari’nin izinde giden İslamcı aydınları savaş yıllarında mevzilerini muhafazakârlara kaptırırken, Türkiyeli İslamcı aydınlar. Cumhuriyet’in restorasyonu sürecinde meşruiyetlerini güçlendirmek adına iktidarda olduğu gibi muhalefette de muhafazakâr kimliğine sığınmaya meyyal bir hissiyat sergilemeye devam ediyorlar.
Başka bir yol bulunamazmış gibi, liberalleşme eleştirisinin kendisini tam olarak açıklayamadığı kavşakta çekildiği mevziinin pederşahi (buyurgan, otoriter) söylemlerle örtüşmesi, Türkiyeli İslamcı entelektüellerin güncel meselesi.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.