22 Kasım 2024
  • İstanbul17°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara12°C
  • İzmir19°C
  • Berlin2°C

İRLANDA BARIŞ SÜRECİNİN NERESİNDEYİZ?

Hilal Kaplan

09 Aralık 2011 Cuma 00:32

İrlanda barış süreci hakkında bilgilenmek amacıyla iştirak ettiğim geziye dair izlenimlerimi aktardım. Sıra İrlanda'daki sürecin üzerinden Türkiye'ye bakmak istediğim son yazıya geldi.

İki farklı ülke, iki farklı toplum ve iki farklı çatışma dinamiğinden bahsettiğimin farkındayım. Ancak çatışmadan çözüm çıkarıp barışa ulaşmış her ülkenin izlediği yol kendine özgü olsa da süreç içinde bulunan çarelerin ve yapılan hataların benzer tarafları oldukça fazla. Özellikle hataların birbirine çok benzer olduğu söylenebilir. IRA'nın birden fazla kez devlete güvensizlikten korkuya kapılıp rüştünü şiddete sarılıp süreci sabote ederek kanıtlamaya çalışması PKK'nın sıklıkla seçtiği bir yol ne yazık ki. Ya da devletin müzakerenin önşartı olarak koşulsuz silah bırakmayı zorunlu kılması ve dolayısıyla şiddet kısırdöngüsüne tekrar girilmesi gibi hatalar da buna örnek gösterilebilir. Başbakan John Major döneminde yürütülen müzakereler en başta bu sebepten ötürü çökmüş mesela.

Barışa taraf olmak

Türkiye'de mezkûr çatışmaya dair iki taraf var. Bir taraf, devlet politikasına koşulsuz destek vermekle meşgul oluyor. Bu uğurda devlet stratejisini değiştirdikçe kendisiyle çelişmekte beis görmüyor. Diğer tarafsa PKK'nın yapıp ettiklerine koşulsuz destek verip, yanlışlarını ve hatta cinayetlerini aklamakla uğraşıyor. PKK'yı tavşana veya gözleri bağlı boksöre benzeten güzide metaforlar mevzubahis tarafgirliğin veciz örneklerinden birkaçını oluşturuyor. "Mevzubahis tarafgirlikse gerisi teferruat" olduğundan, bir taraf dezenformasyon ve karalama haber yapmaktan geri durmuyor; diğer taraf da kadın-çocuk demeden cinayet işleyen bir şebekenin hâlâ mazlum rolü oynayabileceğine bizi inandırmaya çalışıyor. Tabii bir de kendi siyasal amaçları için "Kandil muhipliği" yapanlar var ki zamanında yazdığımızdan üzerinde durmuyoruz.

Öğrenebildiğim kadarıyla böylesi bir tarafgirlik İrlanda'da ne medyada ne de sivil toplumda ön plana çıkmış. Medyanın büyük çoğunluğu, sürecin başında kıyasıya devleti ve yöneticileri eleştirirken zamanla sonuç alındığını görüp bu dilden vazgeçmiş. Sivil toplumda öncü rol üstlenenlerin hiçbiri de "hikmeti hükümet"e iman edenlerin veya "mazlum şiddetinin haklılığı"ndan dem vuranların içinden çıkmamış. Bilakis, bu kuruşların başında gelen Glencree'nin yöneticisi Ian White'ın dediği gibi yeri geldiğinde iki tarafı da eşit şekilde incitmişler. O yüzden Türkiye'de de aynı anda hem PKK hem de hükümet yandaşı olmakla suçlanan kimselere/ kurumlara rastlarsanız, bilin ki onlar iki tarafın değil, barışın tarafında olup sürece katkıda bulunmaya çalışanlardır.

Thatcher dönemini mi yaşıyoruz?

İrlanda barış sürecinde, Britanya'nın süreci nasıl yönlendirdiği büyük önem taşıyor. Thatcher döneminde kapalı kapılar ardından başlayan görüşmelerden sonuç alınamıyor. Major döneminde de biraz mesafe kat edilmiş olsa da silah bırakma ön şartı süreci kilitliyor. Ve Blair döneminde, IRA şiddete başvurduğunda müzakereler yer yer askıya alınmış olsa da kararlı, planlı ve siyasi risk almaya açık bir yönetim sayesinde sonuca ulaşılıyor. Barış sürecini yöneten siyasilerin kararlı ve risk almayı göze almış olmaları kadar önemli olan planlı hareket etmeleri aynı zamanda; çünkü Blair ve ekibi hiçbir zaman "kervan yolda düzülür" anlayışıyla hareket etmemiş.

Bizdeki sürece bakınca, önce hukuksal engelleri (Terörle Mücadele Kanunu düzenlemeleri, vb.) aşmak, Kürtlerin ve diğer etnik grupların taleplerini karşılamak (eski yer adlarının iadesi, seçmeli anadil öğrenimi, vb.) gibi adımlar atıp yoldaki mayınları temizlemek varken, yola bodoslama girdiğimizi söylemek mümkün. Bu bağlamda belki de en son yapılması gerekenin (Habur'dan girişler) ilk yapılmasıyla tıkanma noktasına gelmemiz arasında da bir bağlantı bulunuyor. Blair dönemine benzer bir siyasî risk alma kabiliyetiyle çıkılan yol, mevcut durumda bizi ilk bulunduğumuz yerden daha geriye götürdü. Bunda PKK'nın çatışmayı yeniden alevlendirip devrimci halk savaşı gibi halkta karşılığı olmayan bir stratejiye tevessül etmesinin de payı oldukça büyük elbette.

Bulunduğumuz nokta, Blair döneminden ziyade, basında sansürün had safhada olduğu, terör tutuklularının sayısının 25.000'i bulduğu Thatcher dönemini andırıyor. Bu minvalde Başbakan'ın medya patronları ve mensuplarıyla yaptığı kapalı toplantıda Thacher'ın "propaganda, terörün oksijenidir" sözüne atıfta bulunması da oldukça anlamlı görünüyor. Gerçi bir süredir herhangi bir çatışma ve ölüm haberinin gelmemesi "iyi şeyler" olabileceğine dair umudu pekiştiriyor. Fakat iyi şeylerin olabilmesi için önce çatışmanın askıya alınmasının sağlanması, sonra da planlı bir yol haritası dahilinde verilen sözlerin karşılıklı tutularak hareket edilmesi elzem.

Son söz yerine

"Sözün bitmemesi" barış süreçleri için hayati önem taşıyor; dolayısıyla böyle bir yazı dizisinin de "son söz"le bitmesi düşünülemezdi. Blair'in ekibinin başındaki kişi olan Jonathan Powell, kendi tanıklığının ışığında kaleme aldığı "Great Hatred, Little Room"da barış sürecini bisiklete binmeye benzetiyor ve bisikletten düşmemek için "tekerlerin dönmeye devam etmesi" gerektiğini belirtiyor. Kuzey İrlanda barış sürecinden çıkardığı en önemli dersiyse şöyle özetliyor: "Daha önce bu amaç için verilen çabalar başarısızlıkla sonuçlandı diye barışı tesis etmekten vazgeçmemek gerekir".

Evet, vazgeçmek bir seçenek değil, pedal çevirmeye devam...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.