21 Kasım 2024
  • İstanbul6°C
  • Diyarbakır11°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin1°C

IRKÇILIK VE NEFRET

Mithat Sancar

29 Şubat 2012 Çarşamba 06:53

Hazırlıkları haftalarca sürdü. Hazırlık çalışmaları, nasıl bir şey olacağını haber veriyordu aslında.

Amaç, Hocalı’da 20 yıl önce yapılan katliamı anmak olarak ilân edilmişti. Fakat hazırlık aşamasında, bir acıyı insanlık vicdanına hatırlatmak gibi bir kaygının izlerini görmek imkânsızdı. Mitingi tanıtmaya yönelik afişlerde ve yazılarda , “acıyı anma”ya dair insanî duygular yoktu. Ne kayıpların yasını tutmak, ne katillerin beslendiği çatışma ve nefret batağına dikkat çekmek, ne de bu tür katliamların “bir daha asla” gerçekleşmemesini dilemek! Yoktu bunların hiçbiri!

Bunların yerine intikam ve küfür mesajları dolaşıyordu ortalıkta. Mitingi organize edenlerin öncelikli hedefi; devletin Ermeni sorunundaki inkâr politikasını eleştirenler ve özellikle Hrant’ı katleden güçlerin ve zihniyetin karşısına “Hepimiz Ermeniyiz” diye dikilenlerdi. Miting hazırlıkları kapsamında birçok kişiyle birlikte bana da gönderilen tehditle karışık nefret dolu mailler bunu açıkça ortaya koyuyordu.

“Entegre bir devlet planı” kokuyordu her şey. Büyük paralar harcanıyordu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere “resmî” çevreler, desteklerini gizlemeye gerek görmüyorlardı. Tablo; şu lanetli 28 Şubat’ın ve o sefil “Cumhuriyet mitingleri”nin havasını aratmıyordu. İşin hazin yanı; hem 28 Şubat’ın mağdurlarını temsil etme iddiası taşıyan, hem de “Cumhuriyet mitingleri”nin açık hedefi olan AKP’nin hem yerel hem de merkezî yönetim düzeyinde miting hazırlıklarına bel vermesiydi.

Nihayet önceki gün gerçekleşti bu miting ve her şey aynen hazırlık sürecindeki gibi oldu. Hazırlığı böyle yapılan bir eylem, başka türlü nasıl olabilir ki?

Hazırlıkları izleyenler için miting meydanında olan hiçbir şey sürpriz değildi. Sürpriz değildi, ama ürperticiydi. Irkçılığın bu kadar rahat sergilenmesi, nefret söyleminin bu kadar kolay dışa vurulması, intikam çağrılarının böylesine pervasızca dillendirilmesi ürperticiydi. Bir katliamı lanetlemek adına toplanmış olanların, kalleşçe işlenen bir cinayeti, Hrant’ın katledilmesini kutsamaları, bununla yetinmeyip başka Hrantları da katletmeye hazır olduklarını bildirmeleri ürperticiydi. Hükümetin bir bakanının bu mitinge katılması ürperticiydi! Bu bakanın hamasetin en ucuzuyla nefret pazarında bezirgânlık yapması ürperticiydi.

İçişleri Bakanı’nın mitinge katılması ürperticiydi, ama yaptığı konuşma ürpertici olmaktan öte, utanç vericiydi de. Hadi diyelim ki, mitingde taşınan ırkçı pankartları görmedi, atılan nefret dolu sloganları duymadı. Lakin bütün bunları mitingin ardından öğrenmemiş olması mümkün mü? Buna rağmen, pişmanlık veya en azından üzüntü bildiren hiçbir açıklama yapmamış olması utanç vericidir.

Basının büyük bir kısmının ırkçılığı ve nefret söylemini görmezden gelen tutumu da aynı şekilde utanç vericidir.

Başbakan’ın ırkçılığı ve nefret söylemini “marjinal ve münferit” gösterme çabası da, hakikatle yüzleşmekten kaçınmanın tipik bir örneğidir ve bence utanç vericidir. Köklü ve yaygın kötülükleri önemsiz gösterme, bu ülkede yerleşik bir yönetme tekniğidir. Bu devletin “olağan pratiği” olan pek çok melanet, iktidarda olanlar tarafından hep “marjinal ve münferit” olarak sunulmak istenmiştir. Ülkenin bütün karakolları işkence merkezi haline getirilmişken, iktidardakilerin ezber açıklamasıydı “münferit”. Yargısız infaz mı dediniz, açıklama hazırdı: “Münferit”! Irkçı temelli pogrom girişimleri mi dediniz: Münferit efendim!

Bütün bunlara “münferit” demek, yapılanları bir bakıma onaylamak demektir. Niyetiniz onaylamak değilse bile, “münferit” dediğiniz zihniyet ve pratiğin üstünü örtersiniz. Böyle yapmakla da, meşrulaşmasına ve yaygınlaşmasına hizmet edersiniz.

Irkçılık, bu ülkenin yüzleşilmeyen en derin hakikatlerinden biridir. Gündelik hayatta çeşitli kılıklarda sıkça rastladığımız bir davranış şeklidir. Siyaset, yönetim ve medya dünyası da ırkçılığın normalleşmesini adeta teşvik ediyor. Yargı da, egemen Türkçü ırkçılığı ve devlet politikalarıyla örtüşen nefret söylemini suç olarak görmüyor.

Hocalı katliamını anma bahanesiyle tertiplenen miting, öncesi ve sonrasıyla, bütün bu söylediklerimizi teyit ediyor maalesef.

Bu organizasyonun, 1915’in 100. yıldönümüne doğru ilerlerken Türkiye’nin inkâr politikasından vazgeçmesi ve “Ermeni soykırımı”nın tanınması için bütün dünyada yoğunlaşacağı kesin olan kampanyalara karşı izlenecek politikaların bir provası olarak planlandığı yönünde ciddi emareler var. Eğer bu kapsamda oluşturulacak politikalara, bu mitingdeki gibi ırkçı ve saldırgan bir hava hâkim olacaksa, vay Türkiye’nin haline!

Bu mitingde dışa vuran ruh halinin tek bir tanımı var: “İnkâr yoluyla itiraf”! Bu ruh haliyle yapılacak her şey, ülke dışındaki her platformda hüsranla karşılaşacaktır. Fakat bundan daha önemlisi, ülke içindeki siyasi ortamın giderek daha fazla otoriterleşmesine yol açacak; toplumsal ilişkileri de nefret zehriyle tahrip edecektir.

Taksim mitingi, bu tehlikeyi şimdiden fark etmek ve kin, nefret, intikam, ulusalcılık/milliyetçilik çirkefliğine zemin hazırlayacak şeylerden kaçınmak için bir vesile olmalı!

Toplumsal barışı demokratik temeller üzerine inşa etmek istiyorsak, samimi ve serinkanlı bir yüzleşme politikası izlemekten başka çare yok!

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.