IRAK’TA ÜÇ GÜN
Merve Şebnem Oruç
20 Ekim 2016 Perşembe 11:08
Biri İran-Irak savaşında İran ordusuna esir düşmüş. Esir kampına gönderildiğinde bakmış ki önce mezhebi soruluyor. Şiilerin tutulduğu alanda sigara serbest, açık havaya çıkma izni var, yemekleri iyi; “Şii'yim,” demiş. Oysa Sünni imiş. Adını da Sünni ismi taşırken Şii ismiyle değiştirmiş. Böyle başlıyor hikayesi. Esir kampında bir süre tutulduktan sonra İranlılar tarafından eğitilmeye başlanmış. Eğitimi bittikten sonra yeri, görevi bildirilerek Irak'a geri yollanmış; demişler ki “Bundan sonra Bedir Tugayı'ndasın.” Diğeri zaten aynı savaşta, bir Iraklı olmasına rağmen İran için savaşmış. O da bugün Bedir Tugayı'nda hala aynı şeyi yapıyor.
Onlara beni ulaştıran kişinin can güvenliğinden endişe ettiğim için isimlerini veremiyorum, görevlerini yazamıyorum. Zaten kendi can güvenliğim nedeniyle onlara kendi kimliğimi de açıklayamadım. Korkak biri olduğum söylenemez, gözümü karartıp cesaret hatta çılgınlık gerektiren çok şey yapmışımdır hayatımda ama yıllardır ilk kez birinden, birilerinden bu kadar ürktüm diyebilirim.
Batı medyasının “Çocuklarımı okula bırakırken son derece barışçıl, sakin biriyim. Ama Daiş'e diğer yüzümü gösteriyorum” türü cümlelerle canavarlığına perde çektiği Ebu Azrail (Azrail'in babası) lakaplı Eyüp Falih el Rubayi'nin videolarını görmüşsünüzdür. Hani şu Sünnileri ters asıp yakarak döner bıçağıyla doğradığı videoları sosyal medyada dönen, Erdoğan'ı “Gariban, zavallı İbadi'ye sataşıyorsun. Hüseyin'e yemin olsun ki, biz İbadi'ye benzemeyiz” diyerek tehdit eden, açıkça “Irak'taki her Türk'ü öldüreceğiz” diyebilen vahşi katili. Bunlar da öyle tehditkarlar. Çekinmeden yaptıkları katliamları anlatıyor, övünerek Sünnilerin derilerini koyun yüzer gibi ama canlı canlı yüzdükleri videoları gösteriyor, bunu da 'cihad' için yaptıklarını söylüyorlar.
Böyle şeylere Erbil'de rastlamıyorsunuz. Erbil ve Duhok, Irak'ın içinde adeta cennet. Ama buraların dışına çıktığınızda hayatınızdan endişe etmeye başlıyorsunuz. Adınızın, mezhebinizin ne olması gerektiğinden ya da eli silahlı biri tarafından durdurulduğunuzda sorduğu soruya ne cevap vermeniz gerektiğinden emin olamıyorsunuz. Karşınızdaki Şii ise ve adınız Ömer'se, Osman'sa ölebilir, Ali'yse, Hüseyin'se yaşarsınız. Karşınızdaki Sünni ise, tam tersi de olabilir.
Pazartesi sabaha karşı başlayan Musul operasyonunun şafağında Irak'taydım ve üç gün içerisinde üç vilayete gittim. Operasyonun başlığı “Daiş'le mücadele” ancak 'Daiş' kelimesi operasyonun içeriğinin ve Musul'da, Irak'ta neler olduğunun konu edildiği sohbetlerdeki kelime bulutunun içerisinde çok az yer tutuyor. 'Şii', 'Sünni', 'Kürt', 'Arap', 'Saddam', 'Saddamcı', 'katliam', 'ölüm', 'savaş', İran', en çok geçen kelimeler. Basit bir kelime analizinden bile anlayabiliyorsunuz, 'Daiş'le mücadele' esas meselenin, bir mezhep savaşının üzerine kimse arkada ne olduğunu görmesin diye çekilmiş bir perde. İşe de yarıyor, örneğin Daiş 2013-14'te, Suriye'den Irak'a geri döndüğünde ele geçirdiği kentleri alırken sayısıyla bildiğimiz katliamların aynısı ve daha fazlası, Şii milislerin içinde olduğu operasyonlarla kentler geri alınırken yapılıyor, ama Iraklılar hariç kimse bunları bilmiyor. Dünyaya deniliyor ki, Selahaddin, Anbar vs. Daiş'ten özgürleştirildi ama o sırada kaç Sünni, çoluk çocuk demeden öldürüldü kimse söylemiyor. Irak'ta anlatılanlara göre, Selahaddin 'özgürleştirilirken' mesela, büyük bir Sünni aşiretten 2500'e yakın insan genç-yaşlı, kadın-erkek demeden öldürülüyor; kalanların öldürülmesinden Bağdat'tan gelen bir telefon, “Bu kadar yeter” dediği için vazgeçiliyor. 2013'te Havice'de Maliki karşıtı sivil protesto kampının, Irak ordusu ve milislerce basılıp yüzlerce insanın öldürüldüğü o günü soruyorum, “'Zaten bu yüzden Daiş geldiğinde kurtarıcı olarak görüldü. Bunlar da kötü ama en azından bizi Sünni olduğumuz için öldürmeyecek,' diye düşündü halk,” diyorlar.
“Kim başlattı?” diye sorduğunuzda ortak bir kanaat ortaya çıkıyor. Bugün Irak Dışişleri Bakanı olan İbrahim Caferi'nin döneminde Şii intikamcılığının vahşete dönüşmeye başladığı, Nuri Maliki döneminde kontrolden çıktığı söyleniyor. 27 yıl Irak ordusu için askerlik yapmış 65 yaşındaki bir Kerküklünün “Neden Irak bu hale geldi? sorusuna verdiği cevap hayli üzücü: “8 yıl İran'a karşı savaştım İran-Irak savaşında. Şimdi İran burada. Ne için savaştım ben? Saddam'ı devirdik; bir Saddam gitti, 80 Saddam geldi. Herkes kendisi ve kendi partisi için çalışıyor. Hepsinin sahibi var, çoğununki İran. Irak'ı partiler bu hale getirdi.”
Bugün DAEŞ'le mücadele adı altında Sünnilere karşı cihad ilanıyla Haşdi Şaabi çatısı altında birleşen 40'tan fazla Şii milis grubun hepsi bir partinin uzantısı gerçekten de. Birçok kereler partilerin bu milis grupları feshetmeleri gündeme geldi, ancak her seferinde daha da güçlendiler. Yani ABD'nin Irak'a 'demokrasi' getirme şekli, bugün yaşananların ana sebebi. “Irak'ı ne kurtarır?” sorusuna bir başka Kerküklü ise şöyle cevap veriyor: “Bize lider lazım. Bize başkalarını ve kendini değil, Irak'ı seven güçlü bir lider lazım.”
“Musul Operasyonu'ndan umutlu musunuz?” sorusuna aldığınız ortak cevapsa şu: “Daiş'le savaş biter, yeni bir savaş başlar.” Hemen herkes Haşdi Şaabi'nin gücünün, İbadi'nin zayıflığının farkında, İran'ın vazgeçmeyeceği düşüncesinde. Musul'un Sünniler için Irak'ta kalan son alan olduğunu, onu da kaybettiklerinde Sünnilerin Irak'ta radikalleşmek ya da Irak dışında mülteci olmaktan başka çarelerinin kalmayacağını düşünüyorlar. Ancak tek endişe bu değil. Şii milislerin Musul'dan sonra durmayacağını, Kerkük'e, Duhok'a, Erbil'e yöneleceğini düşünüyorlar. Zaten Haşdi Şaabi milisleri de bunu sıkça ima ediyor. “Şii-Sünni” savaşından sonra sıradakinin “Kürt-Şii savaşı” olacağı genel kanı. Öte yandan bazı Kürtler, bir Kürt iç savaşı daha yaşanmayacağını düşünse de önemli bir kısmı, bir “Kürt-Kürt savaşı”nın da çıkabileceğini öngörüyor. Kısacası Irak'ta gerçekler bizim gördüğümüzden çok daha karanlık, insanlar tahmin ettiğimizden daha umutsuz.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.